Depremler, şiddetlerine göre çok yıkıcı etkiler doğurmakta, maddi ve manevi kayıplara ve zararlara neden olmaktadır. Deprem nedeniyle meydana gelen zararlardan dolayı bu zararın oluşmasında kusuru bulunan kişi, kurum yahut kuruluşlara karşı meydana gelen kayıp ve zararlar bakımından tazminat talebiyle dava açabilmek mümkündür.
Deprem nedeniyle tazminat, depremde zarar gören kişilerin kendi aralarındaki ilişkileri de yakından ilgilendirmektedir. Çünkü örneğin depremde yıkılan bir binanın maliki, kiracısına veya yoldan geçerken enkaz altında kalan bir 3. kişiye ya da onun ölümü halinde 3. kişinin ailesine karşı tazminat borçlusu olacakken; durumun gereklerine göre zorunlu deprem sigortası kurumu veya idare ya da müteahhitle olan ilişkisinde tazminat alacaklısı olabilmektedir.
Depremler, şiddetlerine göre çok yıkıcı etkiler doğurmakta, maddi ve manevi kayıplara ve zararlara neden olmaktadır. Deprem nedeniyle meydana gelen zararlardan dolayı bu zararın oluşmasında kusuru bulunan kişi, kurum yahut kuruluşlara karşı meydana gelen kayıp ve zararlar bakımından tazminat talebiyle dava açabilmek ise mümkündür.
*Can ve mal kayıpları,
*Yaralanmalar,
*Deprem nedeniyle yaşanan kaygı, korku ve bunların sonucunda meydana gelen psikolojik rahatsızlıklar,
*Konut ve iş yerlerinde meydana gelen zararlar ve kayıplar,
*Tedavi ve rehabilitasyon sürecinde yapılan ve yapılacak masraflar,
*Yukarıda sayılanlar neticesinde yaşanılan üzüntü.
Bahsettiğimiz bu durumlar deprem sonucu meydana gelen zararlara örnektir.
Söz konusu bu zararlar kamu kurum ve kuruluşlarının, gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ya da bunların hepsinin sorumluluğunu gerektirebilir.
Riskli ve uygun olmayan bölgelerin imara açılması, bu bölgelerde uygun olmayan yapılaşmaya izin ve ruhsat verilmesi, gereken denetim ve kontrollerin yapılmaması, tedbir ve önlemlerin alınmaması, deprem sonrası gereken müdahalenin yapılmaması idarenin sorumluluğuna sebep olabilir.
Fenni teknik ve hukuki gerekliliklere aykırı yapı yapılması, gereken bakım ve kontrollerin yapılmaması, yapıya uygun olmayan müdahalelerde bulunulması veya yapının amacı dışında kullanılması gibi durumlar da yapı sahibinin, müteahhidin, yüklenicinin ve yapıyı kullananın sorumluluğu sonucunu doğurabilmektedir.
Bazı hallerde ise hem resmi hem de özel kişi, kurum ve kuruluşlar meydana gelen zarardan birlikte sorumlu olmaktadır.
Meydana gelen zarardan kimin sorumlu olduğunun tespiti açılacak davalar bakımından önemlidir. Nitekim kamu kurum ve kuruluşlarının sorumluluğu söz konusu ise idare mahkemelerinde tam yargı davası, gerçek yahut özel hukuk tüzel kişilerinin sorumluluğu söz konusu ise hukuk mahkemelerinde tazminat davaları açılacaktır.
Söz konusu açılacak davalarda temel dayanak TBK’dan doğmakta ve haksız fiil sorumluluğuna dayanmaktadır:
TBK md. 49: “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
Kanuna göre haksız fiil sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için;
*Hukuka aykırı bir fiil,
*Kusur,
*Zarar,
*Nedensellik bağı
Unsurlarının hepsini bir arada bulunması gereklidir.
Kural olarak deprem nedeniyle zarara uğrayan kişiler ve ölmeleri halinde mirasçıları tazminat talebini ileri sürmektedir. Bunların yanında;
1.Ölen ya da ağır bedensel zarar görenlerin yakınları,
2.Ölenin desteğinden yoksun kalan kişiler,
3.Yaralananlar,
4.Malvarlıkları zarara uğrayan ve maddi kayıp yaşayan kişiler de tazminat talebinde bulunabilmektedir.
Deprem nedeniyle bir yapının zarar görmesi halinde;
a-Yapının sahibine,
b-Yapının kullanıcısına,
c-Yapının müteahhidine,
d-Yapının denetim, kontrol ve bakımından sorumlu olanlara,
e-Yapıyı amacına uygun olarak kullanmayan ya da yapıya zarar verenlere
f-Yapıya izin ve ruhsat veren kamu kurum ve kuruluşlarına
Karşı tazminat davası açılabilir. Bu kimselerin deprem sebebiyle sorumlu tutulabilmesi için hukuka aykırı ve kusurlu fiilleriyle zarara neden olmaları gerekir.
Ölüm söz konusu ise;
1-Cenaze giderleri,
2-Ölüm direkt gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden kaynaklanan kayıplar,
3-Ölüm sonucunda destekten yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları zararlar.
Bedensel zarar söz konusu ise;
1-Tedavi giderleri,
2-Kazanç kaybı,
3-Çalışma gücünün azalması yahut kaybedilmesinden doğan zararlar,
4-Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar.
Söz konusu hallerde depremde ortaya çıkan zararlar için tazminat istenebilecektir. Bu hallerin gerçekleşmesinde maddi tazminatın yanında manevi tazminat istenmesi de mümkündür.
İdari sorumluluk, idarenin idari faaliyetleri sırasında meydana gelen zararların karşılanmasını ifade etmektedir. Bu kapsamda deprem nedeniyle meydana gelen zararlardan da idarenin, idari sorumluluğu çerçevesinde tazmin yükümlülüğü bulunmaktadır.
Devletin kusur sorumluluğu:
a) Hizmetin kötü işlemesi,
b) Hizmetin geç işlemesi,
c) Hizmetin hiç işlememesi
şeklinde üçe ayrılır.
Devletin idari faaliyetleri çerçevesinde meydana gelen zararlardan sorumluluğu esastır. Ancak bazı durumlarda sorumluluğunun azalması veya tamamen ortadan kalkması mümkündür. Bu haller ise:
-Mücbir sebep nedeniyle bir zararın meydana gelmesi
-Beklenmeyen bir durum nedeniyle zararın meydana gelmesi
-Zarar gören veya üçüncü kişinin davranışının zararın meydana gelmesinde etkili olması
Şeklindedir.
Zararın meydana gelmesine neden olay, idarenin eylemi dışında gelişmiş ve önceden tahmin edilmesi mümkün değilse, ek olarak idarenin söz konusu olayın gerçekleşmesini engellemesi de mümkün değilse mücbir sebep hali mevcuttur. Bu durumda idarenin, meydana gelen zarardan sorumluluğu ortadan kalkacaktır.
Belirtmek gerekir ki deprem doğal afetinin, mücbir sebep olarak sayılıp sayılamayacağı her durum özelinde farklı şekilde değerlendirilmektedir. Zira deprem kuşağında bulunan ve daha önce deprem meydana gelmiş bir bölgede, tekrar deprem meydana gelmesi bilimsel açıdan da muhtemel olduğundan, bu bölgede depremin gerçekleşmesinin öngörülemez nitelikte olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu halde, depremin meydana gelme ihtimalinin yüksek olduğu bölgelerde depremin mücbir sebep sayılma vasfı ortadan kalkacak olup bu bölgelerde idarenin tedbir almayarak yükümlülüklerini ihlal etmesi, idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak veya azaltmayacaktır.
Deprem nedeniyle zarar gören kişilerin ya da üçüncü kişilerin davranışları ve eylemleri nedeniyle zararın ortaya çıkması veya zararın artması söz konusu ise idarenin sorumluluğu her somut olayın özelliğine göre değerlendirilerek azaltılabilecek veya tamamen ortadan kaldırılabilecektir.
Örnek vermek gerekirse, idare tüm tedbir ve kontrol yükümlülüklerini yerine getirmiş olmasına rağmen, binada idarenin onayı ve haberi bulunmaksızın tadilat yapan kişinin, tadilat yaptığı kısımlardan depremde zarar görmesi halinde kişi kendi eylemi nedeniyle zararın meydana gelmesine sebep olduğu için idarenin sorumluluğu ortadan kalkabilecek veya azaltılabilecektir.
Devletin deprem nedeniyle meydana gelen zararlardan sorumlu tutulabilmesi için öncelikle yetki ve sorumlulukları çerçevesinde bulunan yükümlülüklerini ihlal etmiş olması gerekmektedir.
İdarenin depreme ilişkin yükümlülükleri;
-Yerleşim yerlerinin deprem ve doğal afet bölgelerine uygun olarak seçilmesi, planlanması, bu bölgelerin dinamiklerine göre depreme dayanıklılık sağlanması adına yapı değerlerinin mevzuat ile belirlenmesi,
-Kaçak yapılaşma, İmar Kanunu’na aykırılık durumlarının tespit edilmesi, yapı denetimlerinin usul ve mevzuatta belirlenen şekle uygun olarak yapılması, tespit edilen yapıların inşaatı devam ediyor ise inşaatın durdurulması ve derhal yıkılması ve ilgililere gerekli cezai yaptırımların uygulanması,
-Deprem sonrasında acil müdahale için, acil durum müdahale planının oluşturulması, etkili ve hızlı müdahale sürecinin yönetilmesi, acil durum müdahale planına uygun şekilde davranılması,
-Deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarına en hızlı şekilde başlanılması, tedavi süreçlerinin en hızlı şekilde yönetilmesi, barınma, beslenme vb. temel ihtiyaçların eksiksiz ve en hızlı şekilde sağlanması, can ve mal güvenliğinin sağlanması,
-Deprem sonrasında, depremden etkilenen kişilere hayatlarını normal bir şekilde idame ettirebilmek için gerekli maddi ve manevi desteğin sağlanması
Şeklindedir ancak bu haller sınırlı sayıda değildir.
Devlet benzer olan her somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilecek yükümlülüklerini ihlal etmesi halinde idarenin kusurundan bahsedilebilecek olup idarenin tazmin sorumluluğu gündeme gelecektir.
Devletin eylemleri veya ihmali nedeniyle zarara uğranılması halinde, zarara uğrayan kişi zararının tazminini tam yargı davası ile talep edebilecektir.
İYUK’un 13. maddesi doğrudan doğruya tam yargı davasının açılmasını düzenlemiş olup “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Bu nedenle tam yargı davası ile tazminat talep edilmeden önce, zarar gören kişinin idareye başvurarak talepte bulunması dava şartıdır.
Deprem söz konusu olduğunda ise; depremden etkilenen kişilerin, depremde yükümlülüklerini hiç yerine getirmeyen veya yanlış ya da kusurlu olarak yerine getiren idari mercii doğru bir şekilde tespit edip bu idareye karşı tazminat talebinde bulunması gereklidir. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişinin, bu zararı öğrendiği tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde ve her halde 5 yıl içinde yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak deprem nedeniyle oluşan zararlarının giderilmesi talebinde bulunması gereklidir.
İdari merciin kısmen veya tamamen ret kararı üzerine 60 gün içerisinde, yükümlülüklerini yerine getirmeyerek zararın oluşmasına sebebiyet veren idari merciin bulunduğu yer İdare Mahkemeleri nezdinde tazminat davası açılması gerekmektedir. İdareye başvuru ve dava açma süreleri hak düşürücü sürelerdir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2012/786 K. 2013/318 T. 6.3.2013
“Dava, davacıların binasında depremde hasar oluşması nedeniyle uğranılan maddi zararın yükleniciden tazmini istemine ilişkindir. Davacılar vekili, müvekkillerinin bağımsız bölüm malikleri olduğu binanın davalı yüklenici tarafından ayıplı olarak yapılması nedeniyle 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremde ağır hasara uğradığını belirterek maddi tazminat istemiştir.
Mahkemece, davaya konu binanın davalı tarafından projesine ve imar mevzuatına aykırı yapıldığı, gizli ayıplı imalatta davalının ağır kusuru bulunduğundan zarardan sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece belirlenen tazminat tutarından Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi uyarınca uygun bir indirim yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak belirlenen tazminat miktarından BK’nun 43. maddesi uyarınca uygun bir indirim yapılması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2013/1706 K. 2015/1205 T. 15.4.2015
“Davacı vekili, 1999 depreminde lojmanların yıkıldığını idare mahkemesi kararına istinaden lojmanda oturan kişilere ödeme yapıldığını, ödenen tazminatın inşaatın yapımı aşamasında kusurları bulunan davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalılar binanın yıkılmasında bir sorumluluklarının bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır Mahkemece, dava reddedilmiş, temyiz istemi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur. Mahkeme önceki kararında direnmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık; 1999 depreminde yıkılan binanın yapım aşamasında görev alan davalıların kusurlarının bulunup bulunmadığı, sonucuna göre mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, konuya ilişkin kavramlar ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Maddi tazminat; maddi zararın, yani bir kimsenin mamelekinde iradesi dışında meydana gelen eksilmenin giderilmesi için, sorumlu olan şahıs veya şahıslar tarafından yerine getirilmesi gereken edadır. Diğer bir tanımla da tazminat, borçlu tarafından yapılan ve alacaklı mamelekindeki eksilmeyi telafi eden bir edadır. Kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir. (HGK, 08.12.2010 gün ve 2010/7-530 E, 2010/636 K.,). Açıktır ki, hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz. Zarar miktarı tazminatın azami sınırını teşkil eder (Turgut Uyar, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 bası, s.549). Tazminat hukukunun bir ilkesi olarak, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermek durumundadır. Ne var ki, zararın tamamen giderilmesini amaçlayan “tam tazmin” ilkesinin katı uygulaması, haksız ve adil olmayan sonuçlara yol açabilmektedir.
Bu nedenledir ki, bazı hallerde somut olayda gerçekleşen özel sebepler nedeniyle tazminatta bazı indirimlerin yapılmasının hakkaniyete daha uygun düşeceği kabul edilmektedir. Bu düşünceden hareketle, 818 sayılı Borçlar Kanununda zararın kapsamının belirlenmesinde etkili iki hüküm mevcuttur. Bunlar, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43 ve 44. maddelerinde yer alan hükümlerdir ki olayımızla ilgili olması nedeni ile sadece mülga 818 sayılı BK 43. maddesi üzerinde durulacaktır. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 44. maddesi ile 43. maddesi birbirini tamamlamaktadır. Zira, Borçlar Kanunu'nun 43. maddesi hakimin tazminatın miktarını hal ve duruma ve kusurun ağırlığına göre belirlenmesini emretmişken; 44. maddesi tazminattan indirim yapılmasını gerektiren hal ve durumlara işaret etmiştir. Her iki madde hakime, tazminatın şeklini ve kapsamını tayin etme yetkisi verdiği gibi bazı olguların varlığı halinde, tazminattan indirim yapma veya gerektiğinde tamamen kaldırma yetkisi de tanımıştır. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun, “Tazminat Miktarının Tayîni” üst başlıklı 43.maddesinin 1.fıkrası ile; hâkimin, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şumulünün derecesini tayin edeceği hükme bağlanmıştır. Hal ve mevkiin icabından amaç, somut olayın niteliğidir. Bunun başında “haksız fiilin işleniş biçimi”, yani fiilin ağırlığı; ardından ise kusurun ağırlığı gelmektedir. Kanun bunu “hatanın ağırlığı” şeklinde ifade etmiştir. Kanun kusurun ağırlığını tazminat miktarının belirlenmesinde ölçü olarak aldığına göre, zararın hesabından sonra, sorumlu kişinin kusuru ağır ise, tazminat zarar miktarına eşit olabilir. Sorumlu kişinin kusuru hafif ise, hükmedilecek tazminat miktarı, zarara denk olmayabilir. Burada sözü geçen, “olayın özellikleri, durumun gereği (hal ve mevkiin icabı)”, tarafların sıfatı, konumu, sosyal ve ekonomik durumları içinde değerlendirilebilecek geniş yoruma açık kavramlardır. Hakim bu yorumu denetime açık bir şekilde yapmalıdır.
Nitekim bu ilkeler HGK’nun 17.03.2010 gün ve 2010/4-130 ve 2010/161 sayılı kararında da kabul edilmiştir Somut olaya gelince; dava konusu zarar 17.08.1999 depreminde meydan gelmiştir. Deprem nedeni ile yapım aşamasında davalıların görev aldığı bina çökmüş ve davacı idare bu nedenle lojmanda ikamet eden ve zarar gören personeline idare mahkemesi kararına istinaden tazminat ödemiştir. Resmi raporlara göre, 285.211 ev, 42.902 iş yerinin, resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 133.683 çöken bina ile yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biri olan 1999 depremi gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden biridir.
Bu nedenle rücuya konu olan zarar tutarının nekadarlık kısmından davalıların sorumlu olacağının tam olarak tespit edilememesi halinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu 43. maddesi gereğince depremin yukarıda belirtilen niteliği ve olumsuz etkisi de dikkate alınarak adalete uygun karar verilmesi gereklidir. Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıdaki ilave gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yargıtay 17. HD., E. 2016/19249 K. 2019/9233 T. 10.10.2019
“2-Dava, zorunlu deprem sigortası poliçesine dayanılarak taşınmazda meydana gelen zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davalı DASK, dava konusu taşnımazın poliçe tanzimi öncesi 23.10.2011 depreminde hasar gördüğünü rizikonun poliçe teminatı dışında kaldığını iddia etmiş ise de; bu iddiasını ispatlayamadığı gibi mahkemece Afad’a yazılan müzekkereye verilen cevap yazısı ekindeki 01.11.2011 ön hasar tespit formunda dava konusu taşınmazın 23.10.2011 tarihindeki afette hasarlı-oturabilir olduğu belirtilmiştir. 08/08/2012 tarihli Afad raporuna göre ise dava konusu konut ağır hasarlı olarak tespit edilmiştir. Davacı vekili ise, 14.10.2014 tarihli celsede “Uyuşmazlık konusu olayın poliçesi birinci deprem ile ikinci deprem arasında düzenlenmiştir. Birinci depremden sonra müvekkilime ait konutunun bulunduğu binaya Dask tarafından orta hasar raporu tanzim edilmiştir. Bizim talebimiz orta hasarlı olan konutların ortalama hasar miktarının düşülerek ağır hasarlı konuta verilecek tazminat miktarının hesaplanmasından ibarettir. Bu yönde rapor aldırılmasını talep ediyoruz.” şeklinde beyanda bulunarak dava konusu taşınmazın poliçe tanzimi öncesi birinci depremde orta hasar gördüğünü kabul etmiş ve ikinci depremdeki ağır hasar miktarından birinci depremdeki orta hasar miktarının çıkarılarak aradaki farkın kendisine ödenmesini talep etmiştir.
Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları'nın B.3-1. maddesinde "Sigorta tazminatının hesabında, tam veya kısmi hasar olmasına bakılmaksızın, rizikonun gerçekleştiği yer ve tarihte, benzer yapı özellikleri göz önünde bulundurularak, binanın piyasa rayiçlerine göre hesaplanan yeniden yapım maliyeti esas alınır.” Nitekim, hükme esas alınan 16/02/2015 havale tarihli bilirkişi raporunda da, dava konusu taşınmazın piyasa rayiçlerine göre hesaplanan yeniden yapım maliyeti 99.600,00 TL olarak bulunmuştur. Mahkemece yerinde ve isabetli olarak davaya konu konutun Van ilinde meydan gelen 23/10/2011 tarihli depremden sonra 24/11/2011 tarihinde dask poliçesinin yapıldığı, daha sonra 09/11/2011 tarihinde 5,6 şiddetinde yeni bir deprem daha meydana geldiği, 08/08/2012 tarihli Afad raporuna göre dava konusu konutun ağır hasarlı olarak tespit edildiği, ilk depremden sonra yapılmış her hangi bir hasar tespiti bulunmadığı, her ne kadar davalı tarafından davacının başvurusu üzerine dava konusu taşınmazın deprem sonrasında poliçe düzenlenmeden hasar gördüğü ve bu nedenle herhangi bir ödeme yapılmayacağı belirtilerek davacıya ödeme yapılmamış ve bunun üzerine dava açılmış ise de, davalının da basiretli bir iş sahibi olarak poliçe düzenlenmeden taşınmazı kontrol edip bura göre poliçe düzenlemesi gerektiği, sorumluluğun sadece davacıda olmadığı değerlendirilmiştir. Ancak, mahkemece, dask eksperi tarafından düzenlenen 15/02/2012 tarihli raporda tespit edilen 20.326,00 TL hasar bedelinin 16/02/2015 havale tarihli bilirkişi tarafından düzenlenen raporda tespit edilen 99.666,00 TL sigorta tazminat bedelinden mahsubu sonucu elde edilen 79.340,00 TL olarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
Zira, her ne kadar mahkemenin izlemiş olduğu yöntem yerinde ise de; davalı tarafından atanan 15/02/2012 tarihli eksper raporunda tespit edilen 20.326,00 TL hasar bedelinin işin uzmanı bilirkişi heyetinden aldırılacak bir rapor ile gerçek zarar olup olmadığı tespit etmesi gerekirken sadece eksper raporuna itibar ederek sonuca ulaşmaya çalışması hatalı olmuştur. Bu durumda, mahkemece yapılacak iş; 15/02/2012 tarihli eksper raporunda tespit edilen 20.326,00 TL hasar bedelinin işin uzmanı bilirkişi heyetinden aldırılacak bir rapor ile gerçek zarar olup olmadığı tespit edilmesi bilirkişi tarafından belirlenen bu tutarın 16/02/2015 havale tarihli bilirkişi tarafından düzenlenen raporda tespit edilen 99.666,00 TL sigorta tazminat bedelinden mahsup etmesi ve çıkacak sonuca göre karar verilmesi olacaktır. Eksik inceleme ile yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi bozma nedeni yapılmıştır.”