KAPAT
Hukuki Yazılar

Hukuki Yazılar

İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye "inanan" adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de "inanılan" denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise "inanç konusu şey" olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18.maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından alır. Sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisinin ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Kısaca, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için yazılı bir sözleşmenin açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı aranır. Yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa HUMK'nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi "tanık" dahil her türlü delille ispat edilebilir.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’nun 50. maddesi uyarınca Türkiye’de sadece özel hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin ve mahkemelerce verilmiş yabancı kararların tanınması mümkündür. Buna ek olarak bir yabancı mahkeme kararı, sadece Türk mahkemelerince Türkiye’de tanınmasına hükmedilmesiyle kesin hüküm etkisine sahip olabilmektedir.

Nüfus Hizmetleri Kanunu madde 27/A ile yapılan değişiklik bu anlamda Türk hukukunda önemli bir yenilik getirmiştir. Söz konusu değişiklik kapsamında hem yabancı boşanma kararları ile evliliği sona erdiren diğer kararların Türk mahkemelerince verilecek bir tanıma kararına ihtiyaç duyulmaksızın doğrudan tescili yolu açılmış hem de bir mahkemenin müdahalesi olmaksızın gerçekleştirilen idari boşanma kararlarının sonuç doğurması sağlanmıştır

Bir işletmenin mal ve hizmetlerinin, diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırt edilebilmesi ihtiyacı, ayırt edici işaret kullanmayı gerektirdiğinden marka kavramı doğmuştur. Marka sayesinde dünyanın her yerinde bir malın veya hizmetin kime ait olduğu kolaylıkla anlaşılabilmekte, işletmeler de marka hakkına dayanarak, dünyanın her yerinde kolaylıkla ve güvenle mal veya hizmet satışı yapabilmekte, müşterileri ile daha kolay iletişim kurabilmekte, adeta onlarla konuşmaktadır.

Ticari hayatta işletmeleri ve işletmelerin ürettikleri mal ve hizmetleri birbirinden ayırt etmeye yarayan çeşitli işaretler mevcuttur. Ticaret unvanları (TTK m.39 vd.) ticari işletmeleri birbirinden ayırmaya, işletme adları (TTK m.53) işletme sahibi ile ilgili olmaksızın doğrudan doğruya işletmeyi tanıtmak ve benzer işletmelerden ayırt etmeye yararken, SMK’nın 4’üncü maddesine göre marka ise bir teşebbüsün mal veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mal veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlamaktadır. Markanın ticari unvan ve işletme adı gibi tescil zorunluluğu yoktur ancak ayırt edici ve sicilde gösterilebilir olması koşulu ile her türlü işaretin hatta tek rengin bile marka olarak tescil edilmesi mümkündür.

Marka hakkına tecavüz sayılan haller SMK’nın 29’uncu maddesinde sınırlı sayıyla sıralanmakta,13 SMK’nın 29/1-a maddesi ile de SMK’nın 7’inci maddesine atıf yapılmaktadır. Bu kapsamda, marka hakkına tecavüz sayılan fiiller incelenirken SMK’nın 7’nci ve 29’uncu maddeleri birlikte değerlendirilmelidir. Marka hakkına tecavüze ilişkin cezai hükümler ise SMK’nın 30’uncu maddesinde düzenlenmiştir.

Geçmişten günümüze, sorumluluk hukukunda ortaya çıkan en önemli sorun, üçüncü bir kişinin haksız fiili neticesinde bir zarar doğması halinde, meydana gelen zarardan kimin sorumlu olacağı olmuştur. Sorumluluk hukukunun temelini kusura dayanan sorumluluk halleri oluşturmuş olup herkesin meydana getirdiği fiil sebebiyle ortaya çıkan zarardan, kusuru oranında, kısmen veya tamamen sorumlu olacağı düşüncesi sorumluluk hukukuna hâkim olmuştur. Zamanla toplumsal kuralların ve teamüllerin değişmesiyle birlikte kusura dayanan sorumluluk halleri yetersiz kalmış, herkesin kusurlu hareketi neticesinde meydana gelen zarardan sorumlu olacağı ilkesine birtakım istisnalar getirilmiştir. Türk Borçlar Kanunu'nun 69'uncu maddesinde düzenlenen bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğu da, kusur esasına dayanan sorumluluk hallerinden ayrılarak, meydana gelen zarardan ilgili kişilerin sorumlu olması için kusur şartı aramayan kusur sorumluluğu ilkesinin istisnalarından birisidir.

Kat mülkiyeti düzenine tâbi bir yapı eserindeki yapım bozukluğu ya da bakım eksikliği nedeniyle üçüncü kişinin uğradığı zarardan kimin/kimlerin yapı maliki sıfatıyla sorumlu olduğu belirlenirken bağımsız bölüm-ortak yer ayrımı belirleyicidir. Ayrıca, klasik kat mülkiyetinden farklı olarak toplu yapı düzeninde, ortak yerler nicelik bakımından artmakta ve nitelik bakımından çeşitlenmekte olup, bu durum, ortak yerlerden kaynaklanan zararlardan sorumlu kişilerin tespitinde önem arz eder. Ortak yerlerdeki yapım bozukluğu veya bakım eksikliği nedeniyle üçüncü kişilerin uğradığı zarardan kat maliklerinin sorumluluğunun hukuki niteliği tartışmalıdır. 

Kişilerin uğramış olduğu zarar, kişilerin hayatlarında huzursuzluğa sebep olmaktaysa, kişiye elem ve üzüntü vermekte ve kişilik değerlerine yönelikse; zararın konusu manevi olarak nitelendirilir. Bu tür zararlar etkileri itibariyle kişinin malvarlığı dışında sonuç doğurur. Kişilik hakkını oluşturan birtakım değerlere gerçekleştirilen saldırı ve bu değerlerin hukuka aykırı bir şekilde zedelenmesinin hukuki sonucu manevi zarardır. Ancak manevi zararın hesaplanması her zaman kolay değildir.

Manevi zarar miktarının belirlenmesi, bir yandan zarar görenin zararının telafisini, diğer yandan onun duyduğu ruhsal ve psikolojik acıyı tatmin ederek denkleştirmek amacı güttüğünden, parayla ölçülemez; sadece hakim tarafından takdir edilir. Hakimin takdir yetkisinin olması demek, onun keyfine göre karar vereceği anlamına gelmez, hakim belirlediği tazminatın gerekçesini de kararında ortaya koymalıdır.

TCK m. 179/1’e göre, “Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşımının güven içinde akışını sağlamak için konulmuş her türlü işareti değiştirerek, kullanılamaz hâle getirerek, konuldukları yerden kaldırarak, yanlış işaretler vererek, geçiş, varış, kalkış veya iniş yolları üzerine bir şey koyarak ya da teknik işletim sistemine müdahale ederek, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye neden olan kişi” bir yıldan altı yıla kadar hapis ile cezalandırılmaktadır.

TCK m. 179/2’ye göre, “Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi” iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır.

İnsan haysiyeti Anayasa’nın ve Türk Ceza Kanunu’nun yanı sıra evrensel olarak da korunmaktadır. Günümüzde gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri sosyal medya kavramını ortaya koymuş olup, anılan mecra internet erişimine sahip her kesim, kültür ve eğitim düzeyinden insanı bir araya getirmektedir. Anonim isim ve hesapların da kullanımıyla sosyal medyada herkes her konuda yorum yapabilmektedir.

Sosyal medya yoluyla işlenen hakaret suçu, internet üzerinden bir kişiye alenen hakaret edilmesi, kişinin saygınlığının zedelenmesi halinde oluşur. Sosyal medyadan hakaret suçu; Facebook, İnstagram, Twitter, Telegram, TikTok vb. sosyal medya mecralarında yapılan paylaşımların hakaret niteliğine varmasıyla şikayet sonucu belirlenir.

İnternet ve sosyal medya üzerinden insanlar karşısındaki kişilere çok daha rahat hakaret edebilmektedir. Nitekim karşısındaki insanın kendisine erişemeyeceği düşüncesinden hareketle bu rahat tavırlar sergilenmektedir. Ancak şikayete bağlı suçlardan olan hakaret suçunda şikayet süresi geçmeden yapılan şikayetler savcılık tarafından soruşturulmaktadır. Bunun sonucunda cezai müeyyideler söz konusu olmaktadır. Bazen söz konusu hakaretler yahut haksız eylemler sahte (fake) hesaplarla yapılmaktadır. Bu halde de IP adresleri üzerinden bu kişilerin bulunmaları söz konusu olabilmektedir.

Anonim şirket genel kurul kararlarının iptali kararı yenilik doğurucu bir karardır ve bu karar ile birlikte iptal edilen genel kurul kararı geçmişe etkili olarak ortadan kalkmış olur. İptal kararı verilinceye kadar TTK m. 448 ve 449. maddelerde öngörülen ilan, teminat, kararın yürütülmesinin geri bırakılması gibi imkânlar kapsamında kararların iptalinin işlem güvenliği bakımından yaratabileceği sakıncalar da minimuma inmektedir. Bu kapsamda TTK m. 445 uyarınca iptali gereken bir karar karşısında pay sahibinin korunması düşüncesi ön planda olmalı; kanun hükümlerinin yorumunda da pay sahipliği haklarının korunması yönünde bir yorum tercih edilmelidir. Muhalefet koşulu, pay sahibinin iptal davası açma hakkını kullanabilmesi bakımından usuli bir koşuldur.

Anonim şirketlere ilişkin karşılaşılan uyuşmazlıkların büyük bir bölümünü, anonim şirket genel kurul kararlarının iptali davaları oluşturmaktadır. İptal davası, pay sahipleri, yönetim kurulu ve kararların yerine getirilmesi kişisel sorumluluğuna sebep olacaksa yönetim kurulu üyelerinden her biri tarafından açabilir. Bu sayım sınırlayıcıdır.

Anonim şirketlerde, genel kurul kararları aleyhine iptal davası açma hakkı, önemli bir bireysel pay sahipliği hakkıdır. TTK m. 446/1-a düzenlemesinde pay sahibinin, iptal davası açabilmesi için toplantıya katılarak karara olumsuz oy vermesi ve bu muhalefetini tutanağa geçirtmesi koşulları aranmıştır.

Kiracının kiralananda oturduğu süre boyunca sözleşmede yazılı olmasa bile taşınmazı özenle kullanmak ve taşınmazda oturan diğer kişiler ile komşularına karşı gerekli saygıyı gösterme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu durumun aksine olarak kiracı, oturmakta olduğu eve ya da işlettiği iş yerine karşı vermiş olduğu zararlar bakımından Türk Borçlar Kanunu gereğince sorumlu olacaktır.

Kiracının oturduğu evi ya da işlettiği iş yerini sözleşmeye uygun olarak özenle kullanmaması ve komşularına karşı gerekli saygıyı göstermemesi neticesinde kiraya veren, kiracıya karşı tazminat davası açabilecektir. Bu tazminatın adı ise Türk Borçlar Kanunu’nda “Hor Kullanma Tazminatı” olarak yer almaktadır.

Ayıplı mal, tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır. Dolayısıyla satıcı, sözleşmeye konu malı satış sözleşmesine uygun olarak teslim etmekle yükümlüdür.

Tüketicinin ayıplı mal kapsamında;

  • Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme,
  • Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme,
  • Aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme,
  • İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini isteme

olmak üzere dört seçimlik hakkı bulunmaktadır.

Tüketicinin ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi haklarından birinin seçilmesi durumunda bu talebin satıcıya, üreticiye veya ithalatçıya yöneltilmesinden itibaren azami otuz iş günü, konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda ise altmış iş günü içinde yerine getirilmesi zorunludur.

Ancak, Satış Sonrası Hizmetler Yönetmeliğine ekli “Satış Sonrası Hizmet Verilmesi Zorunlu Olan Tüketici Ürünleri Listesi”nde yer alan mallara ilişkin ücretsiz onarım talebi, bu listede belirlenen azami tamir süresi içinde yerine getirilir. Aksi hâlde tüketici diğer seçimlik haklarını kullanmakta serbesttir.

Tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim hakkını seçtiği durumlarda ise ödemiş olduğu bedelin tümü veya bedelden yapılan indirim tutarı derhâl tüketiciye iade edilir.
Ayıplı hizmet, sözleşmede belirlenen süre içinde başlamaması veya kararlaştırılmış olan ve objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan hizmettir. Sağlayıcı, hizmeti sözleşmeye uygun olarak ifa etmekle yükümlüdür.

Hizmet sağlayıcısı tarafından bildirilen, internet portalında veya reklam ve ilanlarında yer alan özellikleri taşımayan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya ondan makul olarak beklediğimiz faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler de ayıplı hizmet sayılmaktadır.

Hizmetin ayıplı ifa edildiği durumlarda tüketici,

  • Hizmetin yeniden görülmesi,
  • Hizmet sonucu ortaya çıkan eserin ücretsiz onarımı,
  • Ayıp oranında bedelden indirim,
  • Sözleşmeden dönme

haklarından birini sağlayıcıya karşı kullanmakta serbesttir. 

Baz istasyonları, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun 37. maddesi gereğince Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı (BTK) tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelikteki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulan, günümüzde haberleşme ve iletişimin sağlanmasında önemli bir yeri olan, genel olarak alıcı/verici antenleri sayesinde elektromanyetik dalgaları (sinyalleri) alma ve gönderme işlemi yapan sistemlerdir. Konuşmanın az olduğu kırsal alanlarda 35 km'lik, konuşma trafiğinin daha yoğun olduğu şehir merkezlerinde ise 1-2 km'lik bir mesafe içinde hizmet verebilen, çıkış güçleri oldukça düşük olan cihazlardan oluşmaktadır.

Ulaşılan son teknolojik gelişmelere göre, telefonla haberleşme ve iletişimin sağlıklı ve verimli olarak gerçekleştirilebilmesi için baz istasyonlarının bal peteği benzeri hücresel bir yapıda ve her bir peteğin içinde de en az bir baz istasyonu bulunacak şekilde kurulması zorunludur. Her bir istasyon kapasitesi itibariyle belirli sayıda abonenin haberleşmesini sağlayabileceğinden, nüfusun yoğun olduğu yerleşim merkezlerinde daha çok sayıda baz istasyonu kurulması gerekmektedir. Şehirlerin dışına çıkartılmaları halinde hücresel yapı bozulacağından haberleşme ve iletişimin sağlanabilmesi için gerek baz istasyonlarından abonelere gerekse abonelerden baz istasyonlarına karşılıklı olarak gereğinden çok yüksek elektromanyetik dalgalar gönderilmek zorunda kalınacak, toplum sağlığı olumsuz yönde etkilenecektir.

Cep telefonları ve diğer mobil cihazların kullanılmasındaki artışla orantılı olarak baz istasyonu ihtiyacı da artmakta ve yerleşim yerlerindeki binaların çatıları veya yüksek noktaları her geçen gün bu cihazlarla daha çok dolmaktadır. Yerleşim yerlerindeki baz istasyonu sayısının artmasıyla birlikte bunlara ilişkin hukuki uyuşmazlıkların sayısında da artış yaşanmıştır. İnsanlar mobil cihazlarını kullanmaya devam etmeyi istemekte ancak kendi yaşam çevrelerinde baz istasyonu bulunmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Yakın çevrelerinde baz istasyonu bulunanlar bunların kaldırılması için ve/veya yakınlarında baz istasyonu inşa edilmesi nedeniyle tazminat talebiyle davalar açmaktadır

Evlilik, insanların birlikte yaşadıkları, sorumlulukları paylaştıkları ve birbirlerine destek oldukları özel bir birlikteliktir. Ancak bazen, evlilik birliği sona erer ve bu durumda eşler arasında maddi destek ihtiyacı doğabilir. Türk Medeni Kanunu (TMK), evlilik birliğinin sona ermesi durumunda maddi desteğin sağlanması için nafaka hakkını düzenlemektedir.

Nafaka, bir kişinin kendi imkanlarıyla geçimini sağlayamadığı durumlarda, diğer eş veya kişi tarafından ödenen maddi destektir. Bu destek, evlilik birliğinin sona ermesiyle ortaya çıkan ekonomik dengesizliği dengelemeyi amaçlar.

Türk Medeni Kanunu'na (TMK) göre nafaka, bir kişinin kendi imkanlarıyla geçimini sağlayamadığı durumlarda, geçimini sağlayacak kişiye ödenen maddi destektir. Nafaka, genellikle boşanma veya ayrılık durumlarında, eşlerden birinin diğerine maddi destek sağlaması amacıyla gündeme gelir.

ARA
WHATSAPP