Türk Borçlar Kanunu’nun 420.Maddesi hükmü gereğince, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibranamenin, bir takım geçerlilik koşulları bulunmaktadır. Aksi halde, yani işçi ile işveren arasında yapılmış olan ibranameler geçerlilik koşullarını taşımaması halinde hukuken bir anlam ifade etmeyecektir.
“İbraname” genel anlamıyla bir borcun tümünü yahut bir kısmını ifa edilmeden ortadan kaldıran bir sözleşmedir. İbranameye aynı zamanda halk arasında borçtan kurtarma sözleşmesi de denilmektedir.
Borçlunun ibra edilmesi için kabulünün her halükarda açık olması da gerekli değildir. Örtülü (zımni) bir kabul de, ibra sözleşmesinin varlığı için yeterlidir.
Hukuki niteliği itibariyle “ibraname”, alacaklı ile borçlunun aralarında anlaşması sonucunda alacaklının borçluyu; iş hukuku alanında da özellikle işçi tarafından işverenin borçtan kurtarılmasıyla (ibra edilmesiyle) ilgili bir sözleşmedir.
İbraname, daha öncekilerde olduğu gibi, sadece önceki İş Kanunumuzda değil 818 sayılı Borçlar Kanununda da düzenlenmemiş olmasına rağmen uygulamada günlük hayatta sık sık karşılaşılan bir işlem olduğundan dolayı bu konu doktrin ve yargı kararlarıyla belirlenerek belirli bir çerçevede uygulanmıştır.
1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 6098 sayılı Borçlar Kanununun 420. maddesinde ibra düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme iş kanunlarına göre genel nitelik taşıyan bir kanun olan Türk Borçlar Kanununda yer aldığı için 4857 sayılı İş Kanunu, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 5953 sayılı Basın İş Kanunu ile Borçlar Kanununun iş sözleşmesine ilişkin hükümleri çerçevesinde çalışan kişilerin de tamamını kapsamaktadır. Böylece işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmeleri düzenlenirken Türk Borçlar Kanunu’nda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak bir ibra sözleşmesi hazırlanması gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanununun “Ceza Koşulu ve İbra” başlıklı 420. Maddesine göre:
“Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.
İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.
Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.
İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır. Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.”
Özetle, İbraname, bir borcun tümünü ya da bir kısmını ifa edilmeden ortadan kaldıran bir sözleşmedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesi gereğince işçinin işverenden alacağına ilişkin ibranamenin, bir takım geçerlilik koşulları bulunmaktadır. Aksi halde, yani işçi ile işveren arasında yapılmış olan ibranameler geçerlilik koşullarını taşımaması halinde hukuken bir anlam ifade etmeyecektir.
a-) Yazılı olması gerekmektedir.
b-) Düzenlenme tarihi bakımından; iş sözleşmesinin sona ermesinin üzerinden 1 aylık sürenin geçmiş olması gerekmektedir.
Yargıtay 9. HD, 2008/37441 E., 2010/31943 K. 05.11.2010 T.
“….İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.”
Yargıtay 9. HD, 2017/11448 E., 2017/16254 K., 19.09.2019 T.
“… Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür.”
c-) İşçiye ödenen alacakların tek tek türlerinin ve miktarlarının belirtilmesi gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse; Kıdem Tazminatı … TL ödendi, İhbar Tazminatı … TL ödendi, Kullanılmayan Yıllık İzin Ücreti … TL ödendi, şeklinde alacak türleri ayrı ayrı yazılmalı ve karşılığında ne kadar ödeme yapıldığı da belirtilmelidir.
Yargıtay 7. HD, 2014/9763 E., 2014/16629 K., 10.09.2014 T.
“… Somut olayda davacının imzasının havi, iş akdinin fesih tarihi olan 15.11.2012 tarihli “İbra ve Feragatname” başlıklı belgeden, hangi alacağın ne miktarda olduğu ve ne surette ödendiği belirtilmeden, davacının bazı işçilik alacakları yönünden davalıyı ibra ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu ibraname yukarıda da belirtildiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 420. Maddesi çerçevesinde geçerli bir ibraname olmayıp, mahkemece bu husus göz önüne alınmadan yazılı gerekçe ile fazla mesai, milli bayram ve genel tatil ücreti ile yıllık izin ücreti alacakları yönünden davanın reddine karar verilmiş olması hatalı olup bozma nedenidir.”
d-) Son şart ise, yazılı olarak yapılan ibranamede belirtilen alacak türlerine ilişkin miktarların eksiksiz şekilde banka aracılığıyla ödenmiş olmasıdır.
Yargıtay 22. HD, 2016/16415 E., 2019/15086 K., 04.07.2019 T.
“… Dosya kapsamında banka ödemesine dair belge bulunmamaktadır. Dava dilekçesinde işverence dava konusu kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının banka hesabına yatırılacağı vaadi üzerine davacının söz konuşu ibraname ve bordroları imzalamak zorunda kaldığı ifade edilmiş, davalı ise dava konusu kıdem ve ihbar tazminatlarının elden ödendiğini savunmuştur.
Mahkemece söz konusu ibraname, akdin feshinden sonra davacı tarafından imzalandığı gerekçesi ile dinlenen tanık beyanları ve davalının muhasebe kayıtlarına itibarla miktarı açıkça yazılı kalemler yönünden geçerli sayılmış ve davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarını tahsil etmiş olduğu kabulüyle davacının anılan alacak istemleri reddedilmiş ise de ibra tarihi itibariyle sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmediği gibi ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılmadığı açık olduğuna göre söz konusu ibraname ve bordrolara belirtilen tutarların davacıya ödendiği kabulü isabetsizdir.
Mahkemece yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi yerinde olmadığından, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2018/642 K. 2020/372 T. 9.6.2020
“…İbra, borcun özel bir sona erme sebebi olup, alacaklının alacak hakkından vazgeçmesini ve bu surette borçlunun borcundan kurtulmasını sağlayan bir sözleşmedir. İş ilişkilerinde ibraname, genellikle işçinin borçlu durumundaki işverene karşı işçilik alacağının kalmadığını gösteren bir belge niteliğini taşır (Süzek, S.: İş Hukuku, 18. Baskı, 2019, s. 766).
İş kanunlarında ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen ibra sözleşmesi, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 132. ve 420. maddeleri ile yasal dayanağa kavuşmuştur.
6098 sayılı TBK’nın 132. maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” şeklindeki düzenleme ile ibra, borcu tamamen veya kısmen ortadan kaldıran bir sebep olarak borcun sona erme hâlleri arasında sayılmıştır.
6098 sayılı TBK’nın “Ceza koşulu ve ibra” başlıklı 420. maddesinde ise, “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur. İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.”hükümlerine yer verilmiştir.
Yapılan bu genel açıklamalardan sonra, 6098 sayılı Kanun uyarınca ibranamenin geçerlilik koşullarından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
İşçinin işverenden olan alacaklarına ilişkin vereceği ibra sözleşmesinin geçerlilik şartları 6098 sayılı TBK’nın 420. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibariyle sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi ile ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığı ile yapılması gerekmektedir. Bu koşulları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibranamenin kesin olarak hükümsüz olduğu kabul edilmiştir.
Anılan maddenin üçüncü fıkrasında ise hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri ile ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgelerinin, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmünde olduğu kabul edilmiştir. Ancak, bu hâlde dahi ödemelerin banka aracılığı ile yapılması koşulu öngörülmüştür.
Somut olayda, taraflar arasındaki iş sözleşmesi davalı işverence 31.10.2012 tarihinde ekonomik sebepler gerekçe gösterilerek feshedilmiş olup, davacı imzalı 08.02.2013 tarihli “İbraname ve feragatname” başlıklı belge ile aynı tarihli makbuzda 19.422,84TL kıdem tazminatı ile 2.696,06TL ihbar tazminatı olmak üzere toplam 22.391,90TL alacağın davacı tarafından tahsil edildiği ve ayrıca “İbraname ve feragatname” başlıklı belgede davacının başkaca alacağının kalmadığı ve işvereni ibra ettiği hususları ifade edilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, “İbraname ve feragatname”başlıklı belge ile makbuz aynı tarihte düzenlendiği gibi her iki belgede de ödendiği belirtilen miktarlar aynıdır. Buna göre, diğer ödeme belgesi niteliğinde olan makbuzun, ibranamenin eki niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.
Eldeki davada ibranamenin imzalandığı tarih itibariyle uygulanması gereken 6098 sayılı TBK’nın 420/2. fıkrası hükmüne göre, ibranamenin geçerlilik koşullarından olan yazılı olma, sözleşmenin fesih tarihi itibariyle en az bir aylık sürenin geçmesi ile alacak türü ve miktarlarının açıkça belirtilmesi koşulları somut olayda gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan, dosya içeriğinden, davalı işveren tarafından banka aracılığı ile ödeme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, yargılama sırasında beyanı alınan davacı işçi, davalı işverence kendisine ibraname ve makbuzu imzaladığı takdirde tazminatlarının ödeneceğinin söylendiğini, bu nedenle belgeleri imzaladığını ancak kendisine ödeme yapılmadığını beyan etmiştir.
Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki olgulara göre somut olayda, 6098 sayılı TBK’nın 420. maddesinde belirtilen banka aracılığı ile ödeme yapılması şartına aykırı davranıldığından, ibraname ve eki mahiyetindeki makbuz kesin olarak hükümsüzdür.
Şu hâlde, kesin olarak hükümsüz sayılan belgelerde yazılı miktarların hesap edilen alacaklardan mahsup edilmeyeceği açıktır. Hâl böyle olunca direnme kararının, Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2019/55 K. 2020/373 T. 9.6.2020
“…Somut olayda, taraflar arasındaki iş sözleşmesi davalı işverence 31.10.2012 tarihinde ekonomik sebepler gerekçe gösterilerek feshedilmiş olup, davacı imzalı 08.02.2013 tarihli “İbraname ve feragatname” başlıklı belge ile aynı tarihli makbuzda 10.469,82TL kıdem tazminatı, 2.749,13TL ihbar tazminatı olmak üzere toplam 13.218,95TL alacağın davacı tarafından tahsil edildiği ve ayrıca “İbraname ve feragatname” başlıklı belgede davacının başkaca alacağının kalmadığı ve işvereni ibra ettiği hususları ifade edilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, “İbraname ve feragatname” başlıklı belge ile makbuz aynı tarihte düzenlendiği gibi her iki belgede de ödendiği belirtilen miktarlar aynıdır. Buna göre, diğer ödeme belgesi niteliğinde olan makbuzun, ibranamenin eki niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.
Eldeki davada ibranamenin imzalandığı tarih itibariyle uygulanması gereken 6098 sayılı TBK’nın 420/2. fıkrası hükmüne göre, ibranamenin geçerlilik koşullarından olan yazılı olma, sözleşmenin fesih tarihi itibariyle en az bir aylık sürenin geçmesi ile alacak türü ve miktarlarının açıkça belirtilmesi koşulları somut olayda gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan, dosya içeriğinden, davalı işveren tarafından banka aracılığı ile ödeme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, yargılama sırasında beyanı alınan davacı işçi, davalı işverence kendisine ibraname ve makbuzu imzaladığı takdirde tazminatlarının ödeneceğinin söylendiğini, bu nedenle belgeleri imzaladığını ancak kendisine ödeme yapılmadığını beyan etmiştir.
Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki olgulara göre somut olayda, 6098 sayılı TBK’nın 420. maddesinde belirtilen banka aracılığı ile ödeme yapılması şartına aykırı davranıldığından, ibraname ve eki mahiyetindeki makbuz kesin olarak hükümsüzdür.
Şu hâlde, kesin olarak hükümsüz sayılan belgelerde yazılı miktarların hesap edilen alacaklardan mahsup edilmeyeceği açıktır.
Hâl böyle olunca direnme kararının, Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2016/1705 K. 2020/484 T. 30.6.2020
“… İbra sözleşmesi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (818 sayılı Kanun) düzenlenmemiş, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK/Kanun) düzenlenmiş olup, bu Kanun'un 132. maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” hükmüne yer verilmiştir.
İbra sözleşmesi çalışma ilişkilerinde “ibraname” adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmelerinin geçerliliği sorunu, iş hukukunda “işçi yararına yorum” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiş ve ağırlıklı olarak Yargıtay kararları ışığında bir gelişim izlemiştir.
İşçi emeği karşılığında aldığı ücret ve diğer parasal hakları ile kendisinin ve ailesinin geçimini temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir işçinin nedensiz yere işvereni ibra etmesi hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. İş hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmaktadır. İşverenin işçiye olan borçlarının asıl sona erme nedeni ifa olarak ele alınmaktadır. Borcun sona erme şekillerinden biri olan ibra sözleşmelerine iş hukuku açısından sınırlı biçimde değer verilmektedir.
İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmiş sayılmalıdır.
İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.
İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan mülga 818 sayılı Kanunun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması hâlinde ibra iradesine değer verilemez.
İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi de mümkün olmaz. Bu nedenle işveren tarafından işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.
Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz.
Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi uygulanmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır. Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede irade fesadı hâlleri ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır.
İşçinin ibranamede kanuni haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir.
İbraname savunması hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.
Öte yandan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinin 6. fıkrası; “İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile işçinin işe başlamak üzere başvuruda bulunması için belirlenen yasal sürenin başlaması, mahkeme kararının kesinleşmesi şartına bağlanmıştır.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı işçi, davalı işverenin ibraname imzalaması durumunda yeniden işe alınacağını söylediğini, kendisinin de işe alınmama korkusu ile 01.10.2010 tarihli belgeyi imzaladığını, işe iadesine dair kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından onanması üzerine 26.09.2012 tarihinde davalı işverene işe başlatılması ve tazminatlarının ödenmesi için başvurduğunu, davalı işveren tarafından sadece işe iade davasında hükmedilen vekâlet ücretinin ödeneceğinin bildirildiğini, bunun üzerine Fethiye 1. İcra Müdürlüğünün 2012/6926 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlattıklarını ancak davalı tarafın icra takibine itiraz etmesi nedeniyle takibin durduğunu, davalı işverenin itirazlarının haksız ve dayanaksız olduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve %20’den az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili ise, davacının 01.10.2010 tarihli belge ile tüm haklarından feragat ederek müvekkilini ibra ettiğini, davacı işçinin bu belgeyi imzalarken işe iadeye dair mahkeme kararının hüküm ve sonuçlarını bildiğini, bu nedenle alacağı bulunmadığını savunmuştur. Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 12.05.2010 tarihli ve 2009/652 E., 2010/381 K. sayılı kararı ile davacının işe iadesi ile yasal sürede başvurmasına rağmen işverenin süresinde işe başlatmaması hâlinde ödenmesi gereken miktarın 4 aylık ücret olarak belirlenmesi ve işe iade süresi içinde başvurulması hâlinde kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre içinde en çok 4 aya kadar doğmuş ücret ve diğer haklarının ödenmesine karar verilmiş, bu karar Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 30.01.2012 tarihli ve 2011/5333 E., 2012/789 K. sayılı kararı ile onanmıştır.
Ayrıca davacı tarafından imzası inkâr edilmeyen 01.10.2010 tarihli belgenin içeriği, “Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/652 Esas, 2010/381 Karar sayılı dosyasında bulunan karara istinaden tüm alacak haklarımızdan feragat ediyorum. Bu dosya ile ilgiliye Ölüdeniz Belediyesine tüm neticesiyle ibraz ederiz.” şeklindedir.
Görüldüğü üzere; mahkeme tarafından işe iade kararı verildikten sonra karar henüz kesinleşmeden davacı tarafından 01.10.2010 tarihli belge imzalanmış, bu tarihten sonra Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından işe iade kararı onanmıştır.
Tüm dosya kapsamı ile davacının, işe iade davasından değil alacak hakkından feragat ettiğini ve bu şekilde davalı işvereni ibra ettiğini beyan etmesi ve özellikle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinin 6. fıkrasında da yasal sürenin başlayabilmesi için açıkça mahkeme kararının kesinleşmesi şartının aranması dikkate alındığında, iş sözleşmesi devam eden işçiden alınan ibraname ve feragatnamenin geçersiz olduğu, henüz doğmamış alacak hakkından da feragatin geçerli kabul edilemeyeceği kanaatine varılmıştır.
O hâlde 01.10.2010 tarihli belgenin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, davacının 01.10.2010 tarihli belge ile açıkça dava konusu yapılan ve mahkeme tarafından hüküm altına alınan tüm alacaklardan feragat ettiği, bu feragat beyanının geçerli olduğu, davacının 14 yıllık büro işçisi olarak çalıştığı göz önüne alındığında feragat beyanının amacını ve kazanımlarını bilebilecek durumda olduğu, davacı işçinin hem işe iade talebinden hem de boşta geçen süre ücretinden feragat etmiş sayılacağı, direnme kararının onanması gerektiği belirtilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel daire bozma kararında uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.”