Kişilerin uğramış olduğu zarar, kişilerin hayatlarında huzursuzluğa sebep olmaktaysa, kişiye elem ve üzüntü vermekte ve kişilik değerlerine yönelikse; zararın konusu manevi olarak nitelendirilir. Bu tür zararlar etkileri itibariyle kişinin malvarlığı dışında sonuç doğurur. Kişilik hakkını oluşturan birtakım değerlere gerçekleştirilen saldırı ve bu değerlerin hukuka aykırı bir şekilde zedelenmesinin hukuki sonucu manevi zarardır. Ancak manevi zararın hesaplanması her zaman kolay değildir.
Manevi zarar miktarının belirlenmesi, bir yandan zarar görenin zararının telafisini, diğer yandan onun duyduğu ruhsal ve psikolojik acıyı tatmin ederek denkleştirmek amacı güttüğünden, parayla ölçülemez; sadece hakim tarafından takdir edilir. Hakimin takdir yetkisinin olması demek, onun keyfine göre karar vereceği anlamına gelmez, hakim belirlediği tazminatın gerekçesini de kararında ortaya koymalıdır.
Manevi zarar, haksız bir fiil sonucu kişinin şahıs varlığında (kişisel değerlerinde) meydana gelen kayıpları ifade eder.
Manevi tazminat ise, kişilik hakları hukuka veya ahlâka aykırı bir fiille saldırıya uğrayan kişinin yaşadığı acı, ıstırap, keder, elem, korku, panik, dehşet, yas, öfke, ruh sağlığını kaybetme, küçük düşürülme, aşağılanma, utanç nedeniyle duygu dünyasında uğradığı bu kaybın giderilmesi için manevi bir tatmin aracıdır.
Haksız fiil nedeniyle manevi zarar, genellikle kişinin kişisel varlıklarına yönelik saldırı sonucu gerçekleşir. Ancak, mal varlığına saldırı sonucu da manevi zararın doğması mümkündür.
Kişisel varlıklar, maddi olan ve maddi olmayan değerlerden oluşur.
Maddi nitelikteki kişisel varlığı, kişinin beden bütünlüğünü ifade eder. TBK'nın 56. maddesinde beden bütünlüğünün ihlali sonucu yaralanma ve ölüm halinde doğan manevi zararın tazmini düzenlenmiştir.
Maddi olmayan nitelikteki kişisel varlığı ise, kişinin onur ve saygınlığı, özel yaşamı, ismi, resmi, özgürlükleri gibi kişisel değerleridir. Bu halde doğan manevi zararın giderimi ise TBK'nın 58. maddesinde düzenlenmiştir. Haksız fiilin kişinin maddi olmayan nitelikteki kişisel varlığı değerlerine yönelmesi halinde doğan manevi zarar, hukuka veya ahlâka aykırı bir fiille kişilik hakları saldırıya uğrayan kişinin duyduğu acı, elem, üzüntü ve kederi ifade eder.
Yargıtay'a göre, manevi tazminat ne bir ceza, ne de gerçek manada bir tazminattır. (YİBK, 22.06.1966 tarih, 7/7). Sırf hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük olmadığı ve davacının menfaati düşünüldüğü için bir ceza değildir. Mal varlığına ilişkin bir zararın karşılanması amaçlanmadığı için gerçek anlamda bir tazminat da değildir. Manevi tazminat zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu yaratmalıdır. Manevi tazminatın, faili daha dikkatli ve özenli olmaya sevk etme yani caydırıcılık fonksiyonu da olduğu belirtilmiştir(YHGK, 23.06.2004 tarih, 13-291/370 E.K.). Tazminat belirlenirken caydırıcılık fonksiyonu da gözetilmelidir.
Haksız fiil sonucu bedensel zarar veya ölüm meydana gelmesi durumunda TBK'nın 56. maddesi hükmüne, kişilik haklarının zedelenmesi durumunda TBK'nın 58. maddesi hükmüne göre manevi tazminat talep edilir.
A. Maddi Kişisel Değerlere Saldırı
Beden bütünlüğünün ihlali ve ölüm halinde maddi kişisel değerlere saldırı söz konusudur. Bu durumda hükmedilecek manevi tazminatın esasları TBK'nın 56. maddesinde düzenlenmiştir;
"Hakim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.
Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir."
Maddi kişisel değerlere saldırı halinde, maddi tazminat ve manevi tazminat istemleri açılacak tek bir dava ile birlikte talep edilebileceği gibi ayrı ayrı davalar halinde de açılabilir. Davacının talebi olmadıkça hâkim tarafından kendiliğinden manevi tazminata hükmedilmesi mümkün değildir.
TBK'nın 56. maddesi hükmüne göre, maddi kişisel değerlere saldırı halinde manevi tazminat ancak para olarak hüküm altına alınabilir. Bu nedenle hâkimin, TBK'nın 58. maddesindeki gibi, para dışında "diğer bir tazminat"a (başka bir giderim biçimine) karar verme yetkisi yoktur(68)
Beden bütünlüğü ihlal edilmiş olan kişi, yaralanmanın derecesi ne olursa olsun, uğradığı maddi zararların yanında manevi zararının tazminini haksız fiil failinden talep edebilir.
Bedensel zararın ağır olması durumunda zarar görenin yakınları da, yansıma yoluyla zararın giderilmesi için bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesini talep edebilir. Yakın kavramı aile ve akrabalık kavramlarından daha geniş olarak yorumlanmaktadır. Yakınlık durumunun söz konusu olabilmesi için kan bağı veya mirasçılık ilişkisi aranmaz. Somut olayın özelliklerine göre, beden bütünlüğünde ağır zarar meydana gelmiş olan kişinin durumundan manevi zarar göreceği doğal ve öngörülebilir olan kişi veya kişiler yakını olarak değerlendirilebilir (69). Örneğin, çocuğu cinsel saldırıya uğrayan bir ebeveyn, yaralanma sonucu nişanlısı sakat kalan bir kişi, yüzünde sabit iz kalan kişinin uzun süreli ilişkisi olan sevgilisi veya cinsel yönden iktidarsız hale gelen kişinin eşi manevi tazminat isteminde bulunabilir.
Haksız fiilden zarar gören kişinin ölümü halinde, ölenin yakınları manevi tazminat isteyebilir. Yakınlık kavramı ile ilgili olarak ağır bedensel zararlar kısmında belirtilen hususlar burada da geçerlidir.
Manevi tazminat talebinde bulunan davacının, fiili olarak manevi ve duygusal bağlantının varlığını ispatlaması gerekir. Hâkim her somut olayın özelliğini ve koşullarını değerlendirerek ölenle davacılar arasındaki bağın niteliğini ve derecesini belirleyerek hakkaniyete uygun bir nitelendirme yapmak zorundadır. Ancak Yargıtay kararlarında ayrıcalıklı bir özelliği ve koşulları bulunmadıkça ölenin yeğen ve yengelerinin manevi tazminat isteminde bulunmasının hakkaniyet ölçülerine uygun düşmeyeceği gibi kapsamın aşırı derecede genişletilmesi nedeniyle toplum hayatındaki ilişkileri ağırlaştırarak çekilmez hale getirebileceği belirtilmektedir.
Ancak bazı durumlarda bu tür bir bağlantının ve dolayısıyla manevi olarak zarar gördüğünün ispatı aranmaz. Örneğin, bir kişinin çocuğunun ölmesi ya da bir kadının kocasının ölmesi gibi. Bu durumlarda hayatın olağan akışına göre, manevi zararın doğduğu kabul edilir.
Kardeşin ve nişanlının ölümü halinde de manevi tazminat isteminde bulunulabilir.
Manevi acı, yer ve zaman ile kısıtlanamaz. Yargıtay uygulamalarına göre, manevi tazminat yalnız çekilen acılara değil, ileride çekilecek acılara karşılık olarak da takdir olunur. Örneğin, 5 yaşındaki çocuğun trafik kazasında ölmesi nedeniyle açılan davada, ölen çocuğun 6 aylık kardeşi için manevi tazminat talep edilmişse ve mahkemece 6 aylık çocuğun yaşının küçük olması nedeniyle manevi acıyı hissetmediği gerekçesiyle manevi tazminat talebi reddedilmişse, Yargıtay tarafından “davacının yaşının küçük olmasından dolayı henüz acı çekme durumunda olmasa bile ileride büyüdükleri zaman kardeşlerinin bu şekilde kaybından ötürü manevi bir ıstırap duyacağının muhakkak olduğu" belirtilerek karar bozulmaktadır.
Nitekim bu gibi olaylarda sağ doğmak şartı ile olay gününde ana rahmine düşmüş cenin yararına dahi böyle bir tazminata hükmedilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay. 4 HD. 1983/7784 E., 1983/8331 K.).
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 14.04.2008 tarih, 2007/9453 Esas, 2008/5173 Karar
".... dava, ölümlü trafik kazası nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Davacı A.B. 'ın, babasının öldüğü trafik kazası tarihinde anne karnında (cenin) olduğu ve doğumundan sonra açtığı davada manevi tazminat istediği anlaşılmaktadır. Mahkemece adı geçen davacının manevi tazminat istemi, olay tarihinde hayatta bulunmadığı ve üzülmediği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Davalı yan haksız eylem sonucu ölüme sebebiyet vermiştir. B.K.nun 47. maddesine göre ölenin ailesinin manevi tazminat istemesi olanaklıdır. Manevi tazminat, yalnız olay sırasında duyulan değil bütün yaşam boyu duyulacak ve çekilecek elem ve acıya karşılık takdir edilmektedir. Davacı A.B. trafik kazası tarihinde cenin durumunda olup, sağ doğmakla ölenin çocuğu (ailesi) sıfatını kazanmıştır. Yaşamı boyunca babasının ölüm acısını duyacağı, aile kavramının doğası gereği belirgindir. Şu durum karşısında adı geçen davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken mahkemece manevi tazminat isteminin reddedilmesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."
Burada bahsi geçen manevi tazminat ile haksız fiil tarihinden daha sonraki bir tarihte meydana gelen ölümden dolayı istenebilecek manevi tazminatı birbirinden ayırmak gerekir. Haksız fiil sonucu ölüm hemen gerçekleşmemiş ve kişi yaralanması nedeniyle ölmeden önce manevi tazminat isteminde bulunmuş olabilir. Bu durumda, TMK'nın 25. maddesi gereğince ölmeden önce ileri sürülmüş olan manevi tazminat isteme hakkı mirasçılarına geçer.
TBK'nın 56/2. maddesine göre ölenin yakınlarının isteyebileceği manevi tazminat ise uğradıkları maddi zararların yanında manevi zararlarının tazminini haksız fiil failinden talep edebilmeleridir.
B. Maddi Olmayan Kişisel Değerlere Saldırı
Türk Medeni Kanunu'nun 24. ve TBK'nın 58. maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, maddi olmayan kişisel değerlerin korunmasıyla ilgilidir. TBK'nın "Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde;
"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir."
hükmü yer almaktadır.
Kişilik hakları, kişiliği oluşturan değerler üzerindeki mutlak surette korunan, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları ifade eder. Kişinin onur ve saygınlığı, sesi, ismi, resmi, özel hayatının gizliliği, sırları gibi unsurlara yönelik bir saldırı kişilik hakkının ihlali sayılır. Ancak kişilik haklarının zamana ve durumun koşullarına göre değişebilen dinamik bir alan olması nedeniyle kapsamı konusunda sınırlayıcı bir sayım yapmak mümkün olmamaktadır. Kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir.
Hakaret suçunu oluşturan fiiller aynı zamanda kişinin onur ve saygınlığına dolayısıyla kişilik haklarına bir saldırı teşkil edebileceği gibi, suç oluşturmadığı halde kişinin toplumdaki saygınlığını, güvenilirliğini, ahlaki değerlerini ihlal eden fiiller ile de kişilik hakları zedelenmiş olabilir.
T.C. Anayasası'nın 2. maddesinin 1. fıkrasına göre, "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” Buna göre, kişinin özel ve aile yaşamına rızası dışında yapılan müdahaleler ve bu hakka saldırı niteliği taşıyan eylemler de TBK'nın 58. maddesine göre tazminatı gerektirir.
Yine rızası dışında sesi, ismi, resmi, açık adresi, kişisel verileri kullanılan kişinin manevi tazminat talebinde bulunma hakkı vardır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 86. maddesine göre, kural olarak kişinin rızası alınmadan resminin veya fotoğrafının yayınlanmasının hukuka aykırı olduğu kabul edilmektedir.
TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Bunun yanı sıra TMK'nın 25. maddesi gereğince kişilik hakkına yönelik saldırının önlenmesi, sürmekte olan saldırıya son verilmesi, sona ermiş olsa dahi etkileri devam etmekteyse saldırının hukuka aykırı olduğunun tespiti istenebilir. Bunlarla birlikte düzeltmenin veya kararın üçüncü kişiye bildirilmesi ya da yayınlanması talep edilebilir.
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 10.03.2009 tarih, 2008/6920 Esas, 2009/3478 Karar
".... Bir kimsenin dış görünümü üzerinde kişilik hakkı vardır. Fotoğraf ise, bir kimsenin dış görünüşünü ve o kimsenin tanınmasını sağlayan cisimdir. Bu nedenle, kişinin dış görünüşünü yansıtan fotoğrafı üzerinde korunmaya değer kişilik hakları bulunmaktadır. Kural olarak, kişinin rızası alınmadan resminin veya fotoğrafının yayınlanmasının hukuka aykırı olduğu kabul edilmektedir (Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m. 86).
Davacı küçüklere ait fotoğraflar, davalı ....'un hazırladığı köşede dava dışı firmanın bastığı ve ticari amacı olan dergide kullanılmıştır. Başka bir kişiye ait resmi veya fotoğrafı kullanma yetkisi sadece o kişinin iznine bağlıdır. Velayet hakkı davacı anneye ait olan küçükler hakkında davacı anneden böyle bir izin alınmamıştır. Ayrıca, küçüklerin yaşları itibariyle bu konudaki istek ve rızaları davalıların eylemlerini haklı kılmayacak ve hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayacaktır. Küçüklerin fotoğraflarının izin alınmaksızın ticari amaçla çıkarılan bir dergide yayınlandığı gözetildiğinde B.K'nun 49. maddedeki şartların gerçekleştiğinin kabulü gerekecektir. Ancak çocukların fotoğraflarının dergide yayınlanması yönünden yayın içeriği, fotoğrafların kullanım şekli, derginin niteliği gözetildiğinde davacı annenin kişilik haklarına saldırı sayılacak bir yön bulunmamaktadır.
O halde, mahkemece fotoğrafın ticari amaçla yayınlandığı gözetilmeden ve yalnızca fotoğraflarının çekiliş biçimleri değerlendirilerek karar verilmesi doğru değildir. İzinsiz fotoğrafları dergide kullanılan küçükler yararına uygun bir miktar manevi tazminata karar verilmesi gerekeceğinden kararın bozulması gerekmiştir
Gerek TBK'nın 49. maddesinde gerekse TMK.'nun 24. maddesinde, kişilik haklarının zarara uğratılması durumunda manevi tazminat istenilebileceği öngörülmüştür. Bu düzenlemeler mal varlığına ilişkin zararları içermez. Mal varlığına yönelik saldırılarda, genellikle kişilik haklarının ihlal edildiği söylenemeyeceği için, kural olarak manevi tazminata hükmedilmez.
Şüphesiz mal varlığına yönelik eylemler de kişiyi az veya çok üzüntüye düşürebilir. Ancak böyle bir nedenden kaynaklanan ihlaller, manevi tazminat yolu ile giderim kapsamında düşünülemez.
Ancak Yargıtay uygulamalarına göre, anı değeri olan bir eşyanın zarar görmesi, örneğin birkaç kuşaktır ailede bulunan antika bir tablonun parçalanması, vefat etmiş kişileri görüntüleyen ve temini mümkün olmayan fotoğrafların yanması gibi hallerde eşya zarar görmekle birlikte kişilik hakları da ihlal edilmiş sayılarak manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedir.
Ayrıca son zamanlardaki içtihatlarda evcil hayvanlara verilen zararlar için de manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği işaret edilmektedir. Örneğin kişi ile arasında duygusal bağ bulunan köpeğin komşusu tarafından zehirlenmesi durumunda manevi tazminata hükmedilmelidir.
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 26.09.2013 tarih, 2013/14218 Esas, 2013/13442 Karar
"Somut olayda; davalı kuruma ait elektrik tellerinden çıkan yangın nedeniyle davacının mahsulü zarara uğramıştır. Oluşan zarar eşya zararıdır. Eşya zararı kişinin sosyal, fiziki ve kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir zarar olarak nitelendirilemeyeceğinden, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir...”
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 24.02.2009 tarih, 2008/5803 Esas, 2009/2709 Karar
"... Davacı, davalıların haksız eylemi sonucu uzun yıllardır oturmakta olduğu evinin içindeki tüm eşyalar ile birlikte yıkılarak yok olduğunu belirterek maddi zararı yanında manevi tazminat isteminde de bulunmuş, mahkemece, manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Dava konusu haksız eylem nedeniyle, davacı birlikte yaşadığı ailesi ile birlikte ağır bir korku ve endişe ile canlarını kurtarma telaşı yaşamış, ev eşyalarını kurtarma imkânı bile bulamadan evinin yıkılmasını izlemek zorunda kalmıştır. Davacının ailesi ile birlikte kullandığı ortak yaşam alanı elinden çıkmış, amı değerleri de bulunan pek çok ev eşyası yok olmuştur. Bu durumda davacının özel yaşam alanındaki huzur ve güvenliği davalıların haksız eylemi sonucunda bozulmuş ve onun sosyal kişilik değerlerine zarar verilmiştir. O halde BK'nun 49. maddesi uyarınca davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gerekir. Mahkemece bu husus gözetilmeden manevi tazminat isteğinin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bu yönüyle de bozulması gerekmiştir..."
1- Ceza yargılamasında haksız tahrik sebebi ile ceza miktarının indirilmiş olması veya eylemin teşebbüs aşamasında kalması manevi tazminat isteminin reddini gerektirmez. Ancak hükmedilecek manevi tazminat miktarının tespitinde göz önünde bulundurulur.
Davacının dava dilekçesinde kendisinin hiç kusuru bulunmadığı iddiasıyla, davalının tam kusuruna dayanarak bir miktar manevi tazminat talep ettiği durumlarda, yargılama sonunda davacının da kusurunun bulunduğu tespit edilirse, manevi tazminattan mutlaka indirim yapılması gerekir. Bu durumda talep edilen manevi tazminat miktarının aynen hüküm altına alınması Yargıtay'ca bozma nedeni yapılmaktadır.
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 05.02.2018 tarih, 2017/4993 Esas, 2018/506 Karar
"... Dava, kasten adam öldürme nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.... Ceza mahkemesinin maddi vakıaların belirlenmesine ilişkin mahkumiyet kararı hukuk hakimi yönünden bağlayıcı olup, taraflar yönünden kesin delil niteliği taşır. ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2004/... esas ve 2006/... karar sayılı ilamı ile sanık davalıların mütevaffa N.Ç.'e yönelik eylemlerini haksız tahrik altında gerçekleştirdikleri gerekçesiyle ceza indirimi yapılmıştır.
Şu halde; davalıların müteveffa N.Ç.'e yönelik eylemini haksız tahrik altında gerçekleştirdiği ceza dosyasında maddi vakıa olarak belirlendiğinden, hukuk hakimi de bu tespit ile bağlı olup N.Ç. mirasçıları davacılar R.Ç. ve E.Ç.(Y) yararına hükmedilen manevi tazminat yönünden de matematiksel oranda olmamak üzere uygun bir indirim yapılması gerekirken manevi tazminat isteminin tümden kabulü usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."
2- Kural olarak manevi tazminat isteminde bulunma hakkı zarar görene aittir. Ancak TMK'nın 25/4. maddesinde yer alan, "Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez." hükmü gereğince ölmeden önce ileri sürülmüş olan manevi tazminat isteme hakkı, zarar görenin mirasçılarına geçer.
3- Manevi zararın bir kez meydana geldiği ve bu zararın tazminini talep hakkının bölünerek kullanılamayacağı dikkate alınarak doktrinde ve uygulamada kabul edilen manevi tazminatın tekliği ve bölünmezliği ilkesi gereğince; manevi tazminat davasının kısmi dava olarak veya belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değildir. Bunun doğal sonucu olarak da manevi tazminat olarak dava dilekçesinde talep edilen tutarın ıslah dilekçesiyle artırılması söz konusu olmayacaktır. Bu kuralın tek istisnası sonradan gelişen durumların mevcut olmasıdır. Örneğin haksız fiil nedeniyle ayağında kırık oluşan kişi, bu olaydan dolayı uğradığı manevi zararın tazmini için açtığı davada 10.000,00 TL manevi tazminat istemiş, daha sonra gelişen bir komplikasyon nedeniyle ayağının kesilmesi gerekmiş ise manevi tazminata ilişkin talep tutarını artırabilir.
Bunun yanı sıra aralarında mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olmayan kişiler bakımından davacının tüm sorumluları hasım göstererek dava açma zorunluluğu da yoktur. Bu durumda davacının haksız fiilde sorumluluğu olan bir kısım kişileri dava dışı bırakma, bu kişiler bakımından davasını sonradan ikame etme imkânı her zaman mevcuttur. Bu halde yani aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı olan bir kısım davalılar bakımından sonradan manevi tazminat davası açılması halinde manevi tazminatın bölünmezliği ilkesine aykırı bir durum söz konusu olmaz. Davalılar arasında müteselsil sorumluluk söz konusu olduğunda zarar gören davacı, davalıların her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi tümüne karşı müştereken de dava açma hakkına sahiptir. Davacının davalıların herhangi birinden hükmedilen manevi tazminatı tahsil etmiş olması, manevi tazminatın bölünmezliği ve tekliği ilkesi gözetilerek, diğerlerinin sorumluluğunu ortadan kaldırır. Tazminatın ödenmesine dair bir mahkeme kararı olsa dahi, borç ödenmedikçe (ifa gerçekleşmedikçe), diğer borçlulara da müracaat edilebilir. Bu durumda mahkemece tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla tazminatın ödetilmesine karar verilmesi gerekir.
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 05.04.2018 tarih, 2016/5614 Esas, 2018/2754 Karar
"... Dava, haksız eylemden kaynaklı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, davacının .... Şenlikleri nedeniyle Cumhuriyet Meydanına kurulan mobil dev LED ekranın düşmesi sonucunda yaralandığını, olay nedeniyle.... Belediye Başkanlığı aleyhine .... 1. İdare Mahkemesinde 2013/... esas sayılı dosyası ile; tertip komitesinin LED Ekran Kiralama Sözleşmesi yaptığı .... Bilgisayar Elektronik San ve Tic. Ltd. Şti aleyhine .... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/... esas sayılı dosyası ile açtıkları tazminat davası kapsamında olay ile ilgili kusur durumunun belirlenmesi için rapor aldırıldığını ve bu rapor neticesinde davalılardan .... Ltd. Şti'nin %30;.... Reklam Ltd. Şti'nin ise %25 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiğini ileri sürerek, kusur durumlarına göre davalılardan manevi zararın tazmini isteminde bulunmuştur. Davalılar vekilleri, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır. Mahkemece, davacının aynı olay nedeniyle ... 1. İdare Mahkemesinde 2013/... esas ve... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/... esas sayılı dosyaları ile diğer haksız eylem faillerine yönelik açtığı davalarda daha önce manevi tazminata hükmedildiği, üçüncü kez aynı olay sebebi ile başkalarına karşı manevi tazminat talep etmenin, manevi tazminatın tekliği ve bölünmezliği ilkesine aykırı olarak, talebin bölümler halinde istenmesinin hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
BK'nın 50 ve 51. maddelerinde, haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda, zarar görenin dilediği takdirde eyleme katılanlardan birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahip bulunduğu düzenlenmiştir. Aynı hüküm 6098 sayılı TBK'nın 61. maddesinde de tekrar edilmiştir. Hukukumuzda hakim olan taleplerin (sorumlulukların) yarışması ilkesine göre; tazminat yükümlülerinden her biri, zarar görene karşı sanki zarara tek başına sebebiyet vermiş gibi diğer yükümlü veya yükümlüler tarafından zararın tamamı tazmin edilinceye kadar sorumludur. Buradaki müteselsil sorumluluk, kusur ortaklığına dayanır. Mağdur, tazminat yükümlüsü kadar alacak hakkına sahiptir. Dış ilişkide müteselsil sorumlu sayısı kadar bağımsız talep söz konusudur. Taleplerin yarışması ilkesine göre talep sahibi, müteselsil borçlulardan kendisine borçlanılan edimi bir kez tahsil edebilir. Mağdur usul hukuku açısından müteselsil sorumluları münferiden dava edebileceği gibi, sorumlular aleyhine müştereken de dava açma hakkına sahiptir. Mağdurun manevi tazminat talep edebileceği birden fazla kimse bulunması halinde, bunlardan birinden manevi tazminat adı altında tazminat almış olması, başka bir anlatımla hükmedilen manevi tazminatı tahsil etmiş olması, manevi tazminatın bölünmezliği ve tekliği ilkesi gözetilerek, diğerlerinin sorumluluğunu ortadan kaldırır. Borcun ödenmesine dair bir mahkeme kararı olsa dahi, borç ödenmedikçe (ifa gerçekleşmedikçe), alacaklı diğer borçlulara da müracaat edebilir. Bu takdirde tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla ödetmeye karar verilmesi gerekir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, davalı haksız eylem failleri, ortaya çıkan zarardan dava dışı ve daha önce aleyhlerine hüküm kurulan diğer sorumlularla birlikte sorumludur. Şu halde, mahkemece yukarıda belirtilen dosyalarda diğer sorumlular aleyhine hüküm tesis edildiği anlaşıldığından, davalılar ile anılan sorumlular arasında müşterek müteselsil sorumluluk söz konusu olup, davacıların her birinden istekte bulunma hakkı olduğu gözetilerek hükmedilen manevi tazminat istemi üzerinde durularak, iş bu davada tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla davalıların sorumluluklarına gidilmesi gerekirken, yanılgılı ve dosya kapsamına da uygun düşmeyen gerekçe ile istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir...." 4- Maddi tazminat talepli bir davada, kısmi ıslah dilekçesiyle manevi tazminat talep edilemez. Bu ancak tam ıslah ile mümkün olabilir.
5- 1086 sayılı HUMK döneminde, açılmamış sayılmasına karar verilen davada talep edilen manevi tazminat miktarının bağlayıcı olduğu, daha sonra açılan davada daha fazla tazminat istenemeyeceği kabul edilmekteydi. 6100 sayılı HMK'nın 150/son maddesinde yer alan "Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır." hükmü gereğince, talep dahi vaki olmamış sayılacağından sonraki davada daha fazla manevi tazminat istenebileceği düşünülmektedir.
6- Davacının manevi tazminat istemi dilekçesinden tam olarak anlaşılamıyorsa, öncelikle hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) kapsamında dava dilekçesi açıklattırılmalıdır. Örneğin aynı olayda kocası ölmüş, kendisi ve oğlu yaralanmış olan davacı kadın, manevi tazminat talebiyle dava açmış ise, kim için ne kadar manevi tazminat istediğini açıklamalıdır.
7- Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.07.2018 tarih, 2017/5 Esas ve 2018/7 Karar sayılı kararı gereğince; evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eş manevi tazminat isteminde bulunamayacaktır.
8- Savunma hakkının sınırının aşılması manevi tazminatı gerektirir.
9- Anayasa'nın 36. maddesi hükmüne göre herkes, yasal vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Bu madde ile tanınmış olan hak arama, bir başka deyişle ihbar ve şikâyet hakkının kullanılması nedeniyle, ihbar veya şikâyet edilen kişinin kişilik hakları zarara uğrasa bile, hak arama özgürlüğü üstün nitelikteki özel yarar teşkil ettiğinden ve hukuka uygunluk nedeni sayıldığından, bundan zarar gören kişilerin tazminat hakkı doğmayacaktır. Ancak bu özgürlük sınırsız olmayıp, ihbar ve şikâyet hakkının kasten ve zarar verme amacı ile veya keyfi olarak ya da uzak ihtimallere göre, herhangi bir delil ve emare bulunmadan, yeteri kadar araştırma yapılmaksızın kullanılmaması gerekir. Aksi halde hak arama özgürlüğünün kötüye kullanılmış olması nedeniyle hukuka uygunluk nedeni ortadan kalkacağından zarar gören lehine manevi tazminata karar verilmesi gerekecektir.
Haksız şikâyetten kaynaklanan manevi tazminat davalarında; davalı tarafın ihbar veya şikâyetinin kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediğinin, manevi tazminat sorumluluğunu ortadan kaldıran bir hukuka uygunluk nedeninin bulunup bulunmadığının ve ihbar veya şikâyet hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi gerekir. Bu durumda şikâyetin haklı olduğunu, Anayasal şikâyet hakkı kapsamında kaldığını, şikâyet için yeterli delil ve emare bulunduğunu, hakkın kötüye kullanılmadığını kanıtlama yükü davalı tarafın üzerindedir. Anılan hususların tanık dâhil her türlü delille kanıtlanması mümkündür.
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 18.12.2019 tarih, 2017/2222 Esas, 2019/6148 Karar
"Dava; haksız şikayet nedeni ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili dilekçesinde, davalının, muhtar olan davacıyı maliyeye ait hazineleri rüşvet alarak sattığı, resmi belgede sahtecilik ile birtakım usülsüzlükler yaptığı iddiası ile Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunduğunu, bu iddialarla ilgili olarak verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yapılan itirazın reddedildiğini, davalı hakkında iftira suçundan yapılan yargılamada sanığa ceza verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek oluşan manevi zararın tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili, davacının kadastro çalışmaları sırasında davalının hak sahibi olduğu taşınmazla ilgili olarak usulsüzlük yaptığı yönündeki iddialar üzerine şikayette bulunduğunu, şikayetin davacıya zarar verme kastı ile yapılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece; satılan taşınmazın davalıya ait olduğu hakkında kesin bir delilin olmadığı, davalının ithamları ile ilgili olarak davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, davalı hakkında ise iftira suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olduğu, davalının iddialarının davacının şeref ve haysiyetini, mesleki itibarını zedeleyici nitelikte olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın 36. maddesinde; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarımı isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasa'nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa'nın "Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği" başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır, 25. maddesinde, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK'nın 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Ceza mahkemesince, her ne kadar davaya konu edilen olay nedeniyle davalı cezalandırılmış ve hakkında verilen ceza kararı için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahiyeti itibariyle hukuk hakimini bağlamaz.
Tüm bu açıklamalar ışığında, dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde; davalının eyleminin yasal şikayet hakkı kapsamında kaldığı, Anayasal şikayet hakkı kapsamında ilgili mercilere şikayette bulunulduğu anlaşılmakla, davacının kişilik haklarına saldırı söz konusu değildir. Şu durumda, mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."
10- Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde hâkimin takdir hakkı söz konusudur. Ancak hâkim tarafından takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hâl ve şartlar da bulunmaktadır. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de kararının gerekçesinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği TMK'nın 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut durumda elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Hâkimin bu özel hålleri göz önünde tutarak, manevi zarar görene ödenmesine karar vereceği manevi tazminat tutarı adalete uygun olmalıdır. Hâkim manevi tazminatın miktarını belirlerken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliğinin yanı sıra tarafların kusur oranı, tarafların sıfatı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları, somut olayın gelişim biçimi, yaralanma nedenine dayalı manevi tazminat istemlerinde yaralanmanın derecesi, ölüme nedenine dayalı manevi tazminat istemlerinde ölenin davacılara yakınlığı gibi kriterleri de dikkate almalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Bu kriterler dikkate alınmaksızın hükmedilen manevi tazminatın az ya da fazla olması nedeniyle Yargıtay tarafından bozma kararları verilmektedir.
Ayrıca AİHM kararlarında da ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın; kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli olmasının yanı sıra orantılı olması gerektiği belirtilmiştir. İfade özgürlüğünün esas, sınırlamanın ise istisna olması nedeniyle getirilecek sınırlama (tazminat miktarı) kişilik haklarına yapılan saldırı ile orantılı olmalıdır. Aksi halde sınırlama, AİHS'in 10. maddesine aykırılık teşkil edecektir. (AİHM 35839/97 Başvuru numaralı Pakdemirli/Türkiye kararı)
Örnek Yargıtay Kararı
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 13.09.2021 tarih, 2021/15470 Esas, 2021/4520 Karar
"... Davacı, 25/12/2013 tarihli .... Haber Gazetesi'nde yer alan davalıların gerçek dışı ifadeleri ile kendisine hakaret edildiğini belirterek, her bir davalıdan ayrı ayrı 10.000,00'er TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar, ileri sürülen iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtip, istemin reddi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen 14/10/2014 tarihli ilk karar davalılar vekilince temyiz edilmiş; Dairemizin 2015/10337 esas, 2017/1178 karar sayılı ve 27/02/2017 tarihli ilamı ile davalılar hakkında basın yoluyla hakaret suçundan açılan ceza davasında verilecek kararın kesinleşmesi beklenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak, davanın kısmen kabulü ile 10.000,00 TL manevi tazminatın haber tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58. maddesi (818 sayılı BK 49. maddesi) hükmüne göre, kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken, saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Somut olayda; olay tarihi, olayın gerçekleşme biçimi, davalıların konumu ve yukarıdaki ilkeler göz önüne alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarı fazla olmuştur. Daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir."
11- Nispi harçların ödenme zamanı Harçlar Kanunu'nun 28. maddesinde düzenlenmiştir. Genel kural; nispi karar ve ilam harçlarının dörtte biri (1/4'ü) peşin, geri kalanı kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. Ancak ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir (1/20) olarak uygulanır. Uygulamada nispi karar ve ilam harcının davanın başında, davacı taraftan alınan bu bölümüne "Peşin Harç" denilmektedir.
12- Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 10. maddesi hükmü gereğince; -Vekalet ücreti manevi tazminat davalarında, hüküm altına alınan miktar üzerinden nispi olarak belirlenir.
- Manevi tazminat davalarında; davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek vekâlet ücreti, davacı vekili lehine belirlenen vekalet ücretini geçemez.
Manevi tazminat davasının tamamının reddi durumunda karşı taraf vekili yararına maktu vekâlet ücretine hükmedilir.
Manevi tazminat davası, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekâlet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir.
Bu hususların yanı sıra, maddi tazminat davalarında hükmedilecek vekâlet ücretine de değinmekte yarar bulunmaktadır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/1. maddesi hükmü gereğince maddi tazminat davalarında vekâlet ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu vekâlet ücretlerinin altında kalmamak kaydıyla (istisnası Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi, 10/3. maddesi ve 12/1. maddesi ve 16. maddenin ikinci fıkrasıdır.) Tarifenin üçüncü kısmına göre nispi olarak belirlenir.
Ancak; aynı maddenin devamı gereğince hükmedilecek vekâlet ücreti; - Davada kabul ve ret edilen miktarı geçemez.
- Maddi tazminat istemli davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek vekâlet ücreti, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.
- Maddi tazminat istemli davaların tamamının reddi durumunda maktu vekâlet ücretine hükmedilir.
13- HMK'nın 341. maddesinde açıkça istinaf yoluna başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin 2. fıkrasına göre; kanunlarda aksi belirtilmemiş ise; miktarı ve değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Bu miktar 6763 sayılı Kanun ile HMK'ya eklenen Ek Madde 1 uyarınca, her takvim yılı başından itibaren yeniden değerleme oranı uygulanarak belirlenmektedir. Ne var ki, mal varlığına ilişkin olmasına rağmen manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir. (bu husus HMK'nın 341. maddesine 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı kanunla eklenmiştir.)
A. Hukuki Sorumluluk
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 13. maddesinde "Hukuki sorumluluk" düzenlenmiştir. Hukuki sorumluların tayininde bu madde esas alınmalıdır.
"Madde 13- Basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddi ve manevî zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcı müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Bu hüküm, süreli veya süreli olmayan yayınlarda yayın sahibi, marka veya lisans sahibi, kiralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hareket eden gerçek veya tüzel kişiler hakkında da uygulanır. Tüzel kişi şirketse, anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde en üst yönetici, şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Zararı doğuran fiilin işlenmesinden sonra yayının her ne surette olursa olsun devredilmesi, başka bir yayınla birleştirilmesi veya sahibi olan gerçek veya tüzel kişinin herhangi bir surette değişmesi halinde, yayını devir alan, birleşen ve her ne surette olursa olsun yayın sahibi gibi hareket eden gerçek ve tüzel kişiler ve anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde üst yönetici, bu fiil nedeniyle hükmedilecek tazminattan birinci ve ikinci fikrada sayılanlarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur."
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 13. maddesinde yazı işleri müdürüne hukuken sorumluluk yüklenmemiştir.
Uygulamada hukuken sorumlu olan kişilerin tespitinde gazetenin künyesinden yararlanılmaktadır. Künyenin aksinin ispatı davalıya aittir. Ayrıca ihtilaflı olan durumlarda, mülki amirliklerde bulunan gazetenin mevkute beyannamesi getirtilerek karşılaştırma yapılması gerekir.
- Haber veya eleştiri, kişilik hakkını ihlal etmiş olmalı,
- İhlâl sonucu manevi zarar meydana gelmeli,
- Uygun illiyet bağı bulunmalı,
- Fail kusurlu olmalı,
- Kişilik hakkının ihlali hukuka aykırı olmalıdır.
C. Hukuka Uygunluk Sebepleri
Basın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasıyla manevi tazminat talep edilmesi durumunda öncelikle somut davada hukuka uygunluk sebeplerinin söz konusu olup olmadığı değerlendirilmelidir. Yargıtay uygulamasına göre basın davalarına özel hukuka uygunluk sebepleri şunlardır:
1. Görünürdeki Gerçeklik
Haberin veriliş anı itibariyle, veriliş biçimiyle görünürdeki gerçeğe uygun olması gerekir. Verilen haber resmi belgelere dayanıyorsa görünürdeki gerçeğe uygundur. Örneğin, basın bültenlerinde, vukuat raporlarında, soruşturma evrakında, Anadolu Ajansı gibi kaynaklarda yer alan haberleri bir gazetenin yayınlaması durumunda bu yayın görünürdeki gerçeğe uygun olacaktır. Bir tanesinin yayınladığı hukuka aykırı bir haberi diğeri de yayınlarsa ikisi de hukuka aykırı olarak kabul edilmektedir.
2. Kamu Yararı
Haberin verilmesinde, yayının yapılmasında özel hayata müdahale teşkil etmemek koşuluyla kamunun yararı bulunması ve toplumsal ilgiye haiz olması durumunda hukuka uygunluk söz konusudur. Yayının haber değeri olmalı ve kamunun bilgilendirilmesini amaç edinmelidir. Kişinin hedef alınarak küçük düşürülmesine hizmet etmemelidir.
3. Güncellik
Haber/eleştiri güncel bir olaya ilişkin olmalıdır. Yapılan yayın ile güncelliğini kaybetmiş, unutulmuş, geçmişteki olayların sebepsiz yere gündeme getirilmesinde güncellik yoktur.
4. Öz ve Biçim Dengesi
Yayının içeriği ile açıklanması yöntemi, şekli ve ifade biçimi birbirine uygun olmalıdır. Konuyla ifade arasında düşünsel bağlılık bulunmalıdır. Haberin verilmesi ve eleştiride kullanılan ifadeler küçük düşürücü, aşağılayıcı nitelikte olmamalı, yayın gerçek olsa bile öz - biçim dengesi bozulmamalıdır.
Sonuç olarak, yayının yukarıdaki hukuka uygunluk nedenlerine ilişkin şartları taşımaması hâlinde manevi tazminata hükmedilebilir. Ancak, yayımlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel bir haberin ya da eleştirinin özle biçim arasında denge kurularak verilmesi durumunda hukuka aykırılık ortadan kalkar ve artık basının tazminat sorumluluğu söz konusu olmamalıdır.
Yayının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve hukuka uygunluk nedenlerinin bulunup bulunmadığının tespiti sırasında, bir bütün halinde değerlendirilmesi, bir kısmının bağlamından koparılarak anlamlandırmayla çalışılması yerine tümünün (manşet, başlık, görsel, yazı içeriği, ifade tarzı vs.) bütünsellik içerisinde dikkate alınması gerekir.
Bazı durumlarda, bir haberin yayınlanmasında kamu yararı bulunmasa bile, hakkında haber yapılan kişinin ünlü olması, yaptığı iş veya konumu dolayısıyla halka mâlolmuş kişilerden olması, hakkındaki haberlerin kamuoyunda merak uyandırması söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda özellikle magazinsel içerikli haberlerle ilgili olarak uygulamada, toplumsal ilginin varlığı dikkate alınarak, özel hayata saygı hakkının zedelenmemesi kaydıyla bu haberler hukuka uygun kabul edilmektedir.
Dava konusu yayının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı yönünde mutlaka değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmeli ve bu hususta yapılan değerlendirme gerekçeli kararda açıklanmalıdır.
Yapılan değerlendirme sonucu yayının davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmadığı ve basın özgürlüğü kapsamında kalmadığı sonucuna ulaşıldığı takdirde ise; hükmedilecek manevi tazminat miktarı belirlenirken, yayının içeriği, veriliş biçimi, kullanılan ifadeler gibi hususların yanında kusur durumu, tarafların sıfatı, unvanı, halka mâlolmuş kişilerden olup olmadıkları da dikkate alınmalıdır. Tutarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşulların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenler karar yerinde nesnel (objektif) olarak gösterilmelidir. Çünkü yasanın takdir hakkı verdiği durumlarda yargıcın, hukuk ve adalete uygun (hak ve nesafetle) karar vereceği Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Takdir edilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O hâlde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Belirtilen tüm bu hususlar gözetilmeden manevi tazminatın miktarının az ya da çok belirlenmesi, Yargıtay uygulamalarında bozma sebebi olarak kabul edildiği gibi, ifade özgürlüğü kriterleri kapsamında ölçülülük/ orantılılık yönünden hak ihlali olarak da değerlendirilmesi mümkündür.