Türk Medeni Kanunu tarafından belirlenen belirli olaylara dayalı olarak boşanma nedenleri özel boşanma nedenleri olup, kanunda düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması, eşlerin anlaşmalı boşanması, eylemli ayrılık nedeniyle boşanmaları ise genel boşanma nedenleri olarak belirlenmiştir. Boşanma davalarında boşanma davaları alanında uzman bir boşanma avukatı ile çalışmanızda büyük bir hukuki fayda görülecektir.
Öncelikle boşanma davasının genel nedenlerine değinecek olursak, genel boşanma nedenleri şu şekildedir:
a-) Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Davası
b-) Anlaşmalı Boşanma Davası
c-) Eylemli Ayrılık Nedeniyle Boşanma Davası
olmak üzere genel boşanma davası nedenleri üç şekildedir.
Genel boşanma nedenlerinden evlilik birliğinin temelinden sarsılması; aynı zamanda nispi bir boşanma nedeni olduğundan ayrıca evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının evliliğin yani ortak yaşamın çekilmez hale geldiğinin kanıtlanması gerekmektedir. Aksi halde boşanma davası reddedilebilecektir. Bu nedenle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayanak olan olayın tek başına boşanmaya sebep vereceği söylenemez. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının yanında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olayın evliliği yani ortak hayatı çekilmez hale getirmesi de gerekmektedir.
Genel boşanma nedenlerinden anlaşmalı boşanma ile eylemli ayrılık mutlak boşanma nedenidir. Bu nedenle anlaşmalı boşanmak isteyen yahut eylemli ayrılık nedeniyle boşanmak isteyen çiftlerin ayrıca evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanarak açılan boşanma davasında olduğu gibi evlilik birliğinin yani ortak yaşamın çekilmez hale geldiğinin ispatı aranmamaktadır.
Mutlak boşanma sebebi ile nispi boşanma sebebini birbirinden ayıran özellik; boşanma sebebine ek olarak bunun yanında eşler arasındaki ortak yaşamın çekilmez hale gelip gelmediğinin ispatlanması noktasında toplanmaktadır.
Mutlak boşanma nedenlerine dayalı olarak açılan boşanma davalarında eşlerin ayrıca ortak yaşamın çekilmez hale geldiğini ispatlamasına gerek duyulmamaktadır. Yalnızca mutlak boşanma nedeninin gerçekleşmiş olması halinde eşlerin boşanmasına karar verilecektir.
Nispi boşanma nedenlerinde ise; eşlerin ortak yaşamının çekilmez hale geldiğinin de ayrıca ispatlanması gerekmektedir. Aksi halde yalnızca nispi boşanma nedenine dayalı olarak eşlerin boşanmasına karar verilemeyecektir.
Türk Medeni Kanun 166. Madde:
Evlilik Birliğinin Sarsılması
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.,
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
Genel boşanma nedenleri önceden belirlenmesi mümkün olmayan bir çok olayın söz konusu olduğu boşanma nedenleridir. Bu nedenle fiziki şiddet, darp, kadının ya da kocanın çocuklarına olan ilgisizliği, psikolojik davranış bozuklukları, cinsel iktidarsızlık, cinsel yetersizlik hissi, cinsel uyuşmazlık, hakaret küfür etmek, psikolojik ya da cinsel şiddet, aşırı kıskançlık, düşünce farklılıkları ve daha eklenebilecek bir çok olgu ya da olay genel boşanma nedeni sayılabilmektedir. Bu nedenle boşanma davası açmadan önce olası hak kayıplarının önüne geçebilmek için mutlaka alanında uzman bir boşanma avukatından hukuki yardım almak gerekmektedir.
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması/şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası Türk Medeni Kanunu’nun 166. Maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” Bu noktada hangi olay ya da olguların evlilik birliğini temelinden sarstığı yani hangi olay ya da olguların eşler arasında şiddetli geçimsizliğe sebep olduğu kanunda açık bir şekilde yazmamaktadır. Bu nedenle hangi olayların evlilik birliğini temelinden sarstığı boşanma alanında uzman bir avukattan yardım alarak belirlenecek ve açılan davada hakim evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğuna hükmedebilecektir.
Genel olarak boşanma davalarında boşanma avukatlarına yöneltilen bazı soruları derledik. Fakat bunlar yalnızca sıkça sorulan sorular olarak her somut olaya özgü yorumlar doğacağından mutlaka boşanma davası açmadan önce boşanma davaları alanında uzman boşanma avukatından hukuki yardım almakta fayda bulunacaktır.
Boşanma davalarında görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir.
Boşanma davalarında yetkili mahkeme ise Türk Medeni Kanunu’nun 168. Maddesi gereğince; “Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.”
Bu halde boşanma davalarında görevli ve yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer aile mahkemesidir.
Boşanma, yaşanan duygusal stresin yanı sıra yasal karmaşıklıklarla dolu bir süreç olabilir. Bu noktada, boşanma avukatları, taraflara hukuki rehberlik sağlayarak, bu hassas sürecin daha yönetilebilir olmasına yardımcı olurlar. Boşanma avukatlarının rolü, sadece yasal süreçleri yönetmekle kalmaz, aynı zamanda müvekkillerinin duygusal yükünü hafifletmeye de yardımcı olur.
Boşanma avukatları, müvekkillerine boşanma süreci boyunca hukuki destek sağlayan ve onları temsil eden profesyonellerdir. Boşanma davaları, mal paylaşımı, velayet, nafaka gibi konuları içerir ve bu konularda avukatlar müvekkillerine rehberlik ederler.
Taraflar arasında anlaşmazlık olduğunda uzlaşma sağlamaya çalışırlar ya da gerektiğinde mahkeme sürecinde müvekkillerini savunurlar. Boşanma avukatları, boşanma sürecinde müvekkillerine hem hukuki rehberlik hem de duygusal destek sunarlar.
Bu zorlu süreçte adil bir çözüm bulmak ve müvekkillerin haklarını korumak için çaba gösterirler. Boşanma avukatlarının varlığı, boşanma sürecindeki stresi azaltır ve yasal karmaşıklıkları yönetilebilir hale getirir.
En iyi boşanma avukatı kavramı çok iddialı bir kavram olmakla birlikte avukatlar kural olarak müvekkillerinin menfaatlerini üst düzeyde korumakla yükümlüdürler. Hukuk fakültesinden mezun olarak avukatlık stajını tamamlamış, aile hukuku ve boşanma hukuku alanında emek harcamış tecrübe edinmiş olan birçok avukat meslektaşımız süreci en iyi şekilde takip ederek müvekkillerinin istediği sonucu alabilmek için gerekli çabayı harcayacaktır. Nitekim meslek etiğimiz ve ahlakımız gereğince müvekkillerimizin en üst düzeyde hukuki faydayı almasını sağlamakla yükümlüyüz.
Eş ile Barışmak,
Eşe Karşı Af İradesi Sergilemek,
Eşin Boşanmaya Neden Olabilecek Davranışlarını Hoşgörüyle Karşılamak,
Evlilik Birliğini Temelinden Sarsan Olaylara Rağmen Devam Ettirmek,
Önemle belirtmek gerekir ki evlilik birliğinin temelinden sarsılması (şiddetli geçimsizlik) sebebiyle boşanma davasında affın kabul edilebilmesi için kayıtsız şartsız bir irade beyanının bulunması gerekir.
Anlaşmalı boşanmanın hukuki temeli Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesinde açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Anlaşmalı Boşanma Davası Türk Medeni Kanunu 166/3:
“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.“
Anlaşmalı boşanma davasının açılabilmesi için Türk Medeni Kanunu’nun aradığı şartlar şu şekildedir:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2021/851 E., 2022/902 K.
“19. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları; "Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
20. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.
21. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
22. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer'îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
23. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m. 166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m. 166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir.
24. Eldeki davaya gelince; yerel mahkemece davacı erkek eşin tespit edilen kusurlu davranışları yanında davalı kadın eşe “lüks taleplerinin bulunduğu, erkeğin bu talepleri karşılamak üzere kendisini zarara soktuğu ve şirket hisselerini devretmek zorunda kaldığı” şeklindeki davranışlarıyla boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilerek boşanmaya karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece kadına yüklenen kusurlu davranışların ispat edilemediği, ispat edilemeyen bu vakıaların kusur olarak yüklenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur.
25. Tüm bu açıklananların ışığı altında; eşlerin evlendikten sonra yaklaşık bir ay birlikte yaşadıkları, tarafların geçimsizlik iddiasına ilişkin davacının Yalçın Kılıçarslan, Ertan Turna, Yunus Demirhan ve ...’u tanık olarak dinlettiği, Yalçın Kılıçarsalan’ın tarafların tanışmasına şahit olduğu, bundan sonra gelişen diyaloglara davacının istemi üzerine müdahil olmadığı, tarafların düğünlerine katıldığı, evlilikten bir ay sonra davacı ile görüştüğü, bu görüşmede davacıdan “evine gitmediğini, maddi-manevi sıkıntıları olduğunu, yanlış evlilik nedeniyle ailesine karşı hata yaptığını” duyduğunu ve devamında davacı hakkında “evlendikten sonra işlerinin takibini bırakarak psikolojik olarak çöküntü halinde olduğu” yorumunu yaptığı, Ertan Turna’nın ise davacının yeğeni olduğu, birlikte çalıştıkları, davacının evlendikten sonra “sorumsuz harcamaları sebebiyle şirketi ve kendisini zora soktuğu” şeklinde beyanda bulunduğu, Yunus Demirhan’ın davacının iş ortağı olduğu, taraflar arasındaki geçimsizliğe ilişkin bilgi ve görgüsünün bulunmadığı, beyanlarının tamamının davacının evlendikten sonraki döneme ilişkin ekonomik durumunu içerir bilgilerden ibaret olduğu, son olarak ...’un davacının çocukluk arkadaşı olduğu, davalı ile ilgili beyanlarının kendi düşünce ve gözlemlerine dayalı olduğu, tarafların geçimsizliğine ilişkin somut bilgisinin olmadığı, dolayısıyla dinlenen bu tanık beyanlarına göre Mahkemece kadın eşe yüklenen kusurlu davranışların kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır. Özel Daire bozma kararında belirtildiği şekilde; mevcut olaylara göre evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tümüyle erkek eşin tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, boşanmaya sebep olan olaylarda kadından kaynaklanan kusurlu bir davranışın varlığı ispat edilememiştir.
26. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; somut olay değerlendirildiğinde boşanmaya sebep olan olaylarda kadının az da olsa kusurunun bulunduğu, hâl böyle olunca TMK’nın 166/2. maddesinde yazılı koşulların gerçekleştiği, dolayısıyla direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
27. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
28. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2718 E., 2021/714 K.
“13. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları; "Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü taşımaktadır.
14. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
15. Aynı Kanunu’nun “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir" hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.
16. Türk Hukuku’nda boşanmanın malî sonuçları açısından kusur ve nedensellik bağı kavramları önem arz etmektedir, zira boşanma nedeniyle tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte oluşan zarar olgusu; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde tazminat ödenmesine karar verebilir.
17. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
18. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’ileri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
19. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; yerel mahkemece erkeğin eşine küfür ve hakaret ettiği, şiddet uyguladığı, kıskançlık gösterdiği, evden kovduğu, buna karşılık kadının da zamanının çoğunu internette geçirdiği, başka erkeklerle görüşerek güven sarsıcı davranışta bulunduğu, eşi ve çocuklarını ihmal ettiği, eşine “sana karılık yapmam, başının çaresine bak” diyerek evden ayrılmasını istemesi şeklinde gerçekleşen olaylara göre tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları belirtilerek boşanmaya karar verilmiştir. Özel Daire ise toplanan delillere göre erkeğin, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret ettiği, eşini evden kovduğu, kadının ise internette uzun süre vakit geçirerek birlik görevlerini yerine getirmediğinin anlaşıldığı, tarafların ispatlanan kusurlu davranışlarına göre erkeğin ağır, kadınınsa az kusurlu olduğunu kabul ederek boşanma nedeniyle kadın eş yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
20. Kanunda açık şekilde bir ayrım yapılmamasına rağmen, hukukumuzda deliller; kesin ve takdiri delil ayrımı esas alınarak incelenmektedir. Kesin delil terimi takdiri delil teriminin karşıtıdır. Takdiri deliller; tanık (HMK m. 240-265), bilirkişi (HMK m. 266-287), keşif (HMK m. 288-292), senet dışında ki belgeler (HMK m. 199) ve kanunda düzenlenmemiş (HMK m. 192) deliller olup; bu deliller, koşullarını ve hükümlerini kanunun tayin etmediği, hâkimi bağlamayan, hâkimin üzerinde serbestçe takdir hakkını kullanabildiği delillerdir. HMK uyarınca tanık delili takdiri delildir. Aynı kanunun “Delillerin değerlendirilmesi” başlıklı 198. maddesine göre “kanuni istisnalar dışında hâkimin delilleri serbestçe” değerlendirebileceği açıklanmıştır. Burada hâkimin; tanık delili altında yer alan beyanları hükmün gerekçe bölümünde serbestçe takdir ederken, sadece kendi vicdani kanaatinden bahsetmesi yeterli olmayıp, ayrıca dinlenen tanığın ifadesinin, hangi nedenlerle hükme esas alınıp alınmadığını da belirtmesi gerekmektedir.
21. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; tarafların 03.11.1993 tarihinde evlendiği, bu evlilikten ortak iki çocuklarının bulunduğu, toplanan delillere göre erkeğin eşine aşırı kıskançlık gösterdiği, hakaret ettiği, fiziksel şiddet uyguladığı ve eşini evden kovduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık kadın eşe yerel mahkemece yüklenen “başka erkeklerle görüşerek güven sarsıcı davranışta bulunma ve eşine sana karılık yapmam, başının çaresine bak diyerek evden ayrılmasını isteme” şeklindeki kusurlu davranışlarına yönelik yapılan incelemede; erkek eşin cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde eşi hakkında bu iddialara dayanarak, boşanmaya sebep olan olaylarda kadının tam kusurlu olduğunu savunduğu, savunmasına yönelik dört tanık bildirdiği, bu tanıklardan ...’ın tarafların komşusu olduğu, taraflar hakkında geçimsizliğe dayalı hiçbir görgü, duyum ve bilgisinin bulunmadığı, tanıklardan ... ve ...’ın ise erkeğin kardeşi oldukları ve aynı şekilde yerel mahkemece kadına yüklenen yukarıda yazılı kusurlu davranışlara ilişkin hiçbir açıklamalarının bulunmadığı, direnme kararına dayanak tanık ...’nun beyanlarına bakıldığında ise tarafların komşusu olduğu, davalı ile dışarıda görüştüğünü beyan ettiği, tarafların evlerine gidip gelmediğini açıkladığı, kadına yüklenen kusurlu davranışlar hakkında ise “…... bey bana eşinin kendisinin kıskanç olduğunu iddia ettiğini söyledi,...,Davalıyla sohbetimizde eşinin gece geç saatlere kadar internette takıldığını, başka erkeklerle konuştuğunu, davanın açılma sebebinin de bu olduğu söylüyordu,…” şeklinde davalıdan duyuma dayalı şekilde aktarımlardan ibaret olduğu görülmektedir. Görgüye dayanmayan, aktarıma dayalı tanık beyanları hükme esas alınamaz. Ayrıca mahkemece direnme kararında hükme esas alındığı anlaşılan “kadın eşin başka bir şahısla birlikte yan yana oturup çekirdek yerken çekilmiş” fotoğrafın ise karar düzeltme istemi aşamasında dosyaya belge ekinde sunulmuş olduğu, davalı tarafından usule uygun şekilde bu delile dayanılmadığı, usule uygun şekilde dayanılmayan delillerin hükme esas alınamayacağı, kaldı ki fotoğrafın incelenmesinde de, kişilerin kim olduğunun açıklanmadığı gibi çekilme yer ve zamanının da belli olmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında erkek eşten kaynaklanan kusurlu davranışlara karşılık; kadın eşin internette uzun süre vakit geçirerek birlik görevlerine yerine getirmediği şeklindeki kusurlu davranışıyla tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları tartışmasızdır.
22. Hâl böyleyken yerel mahkemece, somut olaya uygun ve aynı yönlere işaret eden bozma kararına uyulması gerekirken tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü ile bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.”